[Öykü]"Düşünce Sanayisi" | Burak Özkan![]() "İLKELLİĞİNE DÖNÜP, DÜŞLERİYLE BARIŞACAKTI"Kara pire, baş parmağına yapışıp emmeğe çalıştığı kanla cilveleşirken, ilk önce kıpırdamadan izledi. Pirenin varlığını, parmağındaki kaşıntı sayesinde fark etmişti; alışkındı buna. Alışkanlığı, doyurucu dozda mama karşılığı kendisini sevmesine izin veren kediydi. Ufak yaratığı, diğer elinin işaret parmağıyla bir bilinmeze yolladı. Hayatın boş olmadığını kavradığı anda gömülmüştü yatağa. Boşluğun asıl merkezi olan hislerini gördüğünde de uyumuştu, kalktığında ise başucunda kısa notlara gebe kâğıtlar vardı. Göbeğinin, üç ayda tıpkı nefessiz bir çocuğun balonunu şişirebildiği kadar şişmesine sebep olan lokmalardan biriyle odasına girdiğinde, masanın üzerinde titreyerek can çekişen telefonu gördü. Arayan yalnızlığın ertesinde kalan, en yakın arkadaşıydı: Ekrem. Çenede çizik şeklinde bir tıraş kesiği, yağlı saçlar ve giymekten eskisi kadar haz almadığı kahverengi paltosuyla, bir süredir unutmuş olduğu soğuk havaya dalıverdi. Arabayla giderlerken, ikisi keyifle bir şeylerden bahsediyor; Tan ise, elektriklenmeye başlayan kuşkularına ve endişelerine çarpılıyordu. Sezgileri -paslanmış olsa da- gittikleri yerde sıradan bir partiyle karşılaşmayacağını söylüyordu. Yakın gelecek anın içinde saklıydı ve içinde bulunduğu an geleceği korkutucu yapıyordu. Kapıyı üç kez yumrukladılar. Kapının açıldığını gıcırdama sesinin yanı sıra, içeriden yükselen konuşmalar da tasdikledi. "Hoş geldiniz." Karşıdan gelen sesin boğukluğu ve derinliğiyle içeri geçtiler. Çeşidi bol bir hayvanat bahçesinde isyan çıkmış ve bütün hayvanlar sığınak olarak bu daireyi kullanıyordu. Gördüğü her canlı varlığın yüzü maskelenmişti. Herkese teker teker bakmaya çalışırken, nefesini tutuyordu. Tilki, aslan, kartal, yılan, tavşan, kaplumbağa, sinek, kertenkele, kedi, ayı, geyik -boynuzları kısa bir yavru-, köpek, akbaba, kobra, çakal, böcek… Ve daha birçoğu da muhtemelen evin diğer bölümlerindeydi. Kurt yaklaşıp kulağına fısıldadı: "Nasıl üç boyutlu bir filmi gözlüksüz izlediğinde önemsizse, burası da masken olmadan öyledir. O senin algılayıcın olacak." Saplanıp kaldığı noktanın çivilerini, ayaklarına yüklediği azıcık cesaretle söküp ortama karışmaya yeltendi. Kimsenin ne kendisine baktığını ne de kendisi hakkında konuştuğunu sezinliyordu. Sanki buradaki insanlar ırkdaşlarından bunalmış ve kendilerine yapay bir doğa yaratıp, kafalarına geçirdikleri hayvan başlarıyla, hasretini çektikleri canlıların dublörlüğünü yapıyordu. Elbette durum çok daha yalın bir şekilde bir partiden de ibaret olabilirdi. Kediyi -Gizem olduğunu varsayarak- gözüne kestirdi. Üstündeki kıyafetler -her ne kadar ortamın loşluğundan tam kestiremese de- aklında kalanlara benziyordu. Ertesi gün birbirlerini tanımak istemeyecek kadar ne söylüyorlardı veya neye kalkışıyorlardı? Geldiğinden beri bir aşırılık görmemişti. Bu tür şeyleri içerdeki odalarda yapıyor olabilirlerdi ama yine de bir tuhaflık vardı; kesişmeyen, uyuşmayan, dengesiz kalan tavırlar gibi. Yılan tekrar geri geldi. İçinde bulunduğu saçmalık aniden ağır gelmişti. Kapıya koşar adımlarla yönelirken, yılanın arkasından kıs kıs güldüğünü düşündü. Güçsüz bir dürtüyle geriye dönüp yokladığında, yılan çoktan başkalarına yönelmişti. Az önceki dürtünün boyutundan iki parmak büyüklüğünde bir mutlulukla kapıyı açtı. Kurt omzuna dokundu. "Dışardayken maskeyi çıkart." Zaten başka bir amaçla gitmiyordu. Maskesi elinde, dibindeki konteynırdan yükselen çöp kokusunu aşarak karşı kaldırıma geçti ve sigara yaktı. Az sonra apartmanın girişinde dikilen kadını görünce utanıverdi. Bu kadar kolay bir şeyden rahatsız olduğu ortaya çıktığı için kendisinin zavallı biri olduğunu düşünüyor, binanın girişinden bunları belirten bakışlar atıyordu. Emindi ki Ekrem hemen uyum sağlamıştı, bu yüzden hem onu kıskanıyor hem de kıskandığından rahatsız oluyordu. Aşağılık duygusu hiç zorlanmadan otoriteyi sağlamış ve zaten zorlukla ayakta duran ego yapılanmasını yerle bir etmişti. Kim bilir bu enkazdan nasıl kurtulacaktı? Evindeyken bu tür acayip ve havalı konuşmaları duvarıyla gayet iyi başarıyordu. İstediği her sözü, hoş bir ses tonuyla odanın cansızlığına fısıldayabiliyordu. Ama diyalog şimdi fizikseldi ve bu yüzden saçmalayacağından korkuyordu. O, bu düşüncelerle oyalanırken Gizem, "Hadi içeri, film var; kaçırmamalısın" diyerek elinden tutarak tekrar eve sürükledi. Film bir yağmur ormanında başlıyordu. Dev yaprakların arasına yerleştirilmiş sabit bir kameranın açısına bir maymun denk geldi. Etrafına bakındıktan sonra görüntüden hızlıca kayboldu. Ardından ormanın başka yerleri gösterildi. Köpek başka tarafa geçerken bir aslan kayıt altındaydı. Gözüne kestirdiği ceylanın peşinden ayaklarını adeta topraktan bağımsız kılarak koşuyordu. Yakaladığında dişlerini, boynuna geçirmişti ve avın gözleri de ufuktaki acıyla gelen huzura dikilmişti. Tilkiyle akbaba bir köşeye çekildiler. Tan da peşlerinden bir ajan edasıyla sessizce takip etti onları. Yanına gittiği insanlar diğerlerine nazaran daha çok detay kazanıyordu. Akbabanın boynundaki tüylerin beyazlığını daha önce hiç görmediği bir renk gibi inceledi. Bu sözlerden sonra burada dönen şeyi anladığını düşündü ve heyecanlandı. Fikirlerini ve düşüncelerini dile getirişleri hem teknik hem de vurgu açısından edebiydi. Bir kitabı açmışlar ve oradan satırlar okuyor gibiydiler. Kendisinin her gün duvara karşı yaptığı şeyi yapıyor ve bunda hiçbir sakınca görmüyorlardı. Konuşmayı arzulayarak koridora girdi. Kedi ve köpeğe bakındı. Köpek orda, koridorun sonunu belirleyen duvarın önünde kartalla konuşuyordu. Ekrem kendisine artık eskisinden daha canlı ve zeki -ve eski kişiliğinden uzakta- gözüktüğü için birbirlerine açıkladıkları şeyleri merak etti. Önünden geçtiği ikinci odanın kapısı açıktı. Şaşırıp ve yutkunarak bir yer yatağının üzerinde sevişen hayvanlara baktı. Aslan, tavşanın üzerindeydi ama yine de hangisinin dişi veya erkek olduğunu seçemedi. İçerisi loştu ve kıyafetleri de üstündeydi. Olup biteni açıklayan tek hareket, ikisinin de ileri geri gidip, inlemelerini kendilerine saklamaya çalışırken aradan kaçan seslerdi. Kedi, "Gidelim istersen." "Bilmiyorum, henüz konuşamadım bile." "Bir dahaki sefere canım." Konuşma betimlemesiz olmuş ve bitmişti. Ekrem'i de alıp, daireden ayrıldılar. Her zaman alışmamak için kendini geri çektiği bu tür karmaşık kalabalığı arkasında bırakırken özlem duymasına şaşkındı. Tekerleklerin çıkardığı ses dışındaki sakinlikten faydalanarak biraz daha dikkatli düşündü. İstediği bir yalnızlık vardı ama bunu yaşarken aynı zamanda somut bir şeylere de ihtiyaç duyuyordu. Hayvanların konuşması canlandı kafasında. Bir insanın yüzünü saklamasının bilinçaltındaki sebebi ne olabilirdi? Bilinçdışı da baskısını hangi yönden yapıyordu? Bunu ortaya çıkaran adamın veya kadının düşüncesi neyse, diğerlerininki de o muydu? Giderek geride kalan binanın içindekiler, düşüncenin görselliğinden kendilerini soyutlamaya çalışıyorlardı. Bunu yaparken kendilerininkinin yerine başka bir surat koysalar bile bu, fikrin dinlenmesine giden en kusursuz yol olabilirdi. Ekrem, gözlerinde bir önceki güneş doğumunun da ağırlığını taşıyarak sokağa çıktı. Gözlerinin gittiği uzaklık, bakışlarını engellemeye çalışan binaları yıkıp geçiyordu. Baktığı yerlerde, umutsuz evler yerine o an için kendi dışında kimsenin göremediği doğanın muhteşemliği vardı. İnsanın yenmeye çalıştığı tek gerçek döngünün ve yasanın sürekliliğini sağlayan dev ve bilge ağaçlarla, aralarına yerleştirilmiş vahşiliği düşlüyordu; yürümeye zorlanıldığı betonların üstünde. Odasındaki iki haftalık kaçış kokusunu solurken, birkaç gün içinde Ekrem'den gelecek telefonu bekliyordu. Bu süre içerisinde anlatabileceği bir şeyler derledi. Ancak her seferinde kendini, sadece terfi almak için konuşma yapmaya hazırlanan, boğazı kravat kokan bir işadamı gibi hissetti. Hiçbiri içten değildi, duvar bile söylediklerini dinlemiyordu. Telefon üç gün gecikmeli geldiğinde, rüyasını orta yerinde iptal ettirip, eliyle masanın üzerini yoklayarak, titreşimi aradı. Bu sefer arayan Gizem'di. Maskesi yine aynı şekilde takıldı. Arkadaşlarının ise yanlarında nasıl taşıdıklarını merak ediyordu ama sormaktan vazgeçti. Diğerleri daha gelmediğinden fazla kalabalık değildi. Kendisi bir köşeye sığınırken Ekrem ve Gizem yine ilk olarak başka hayvanların yanına yanaştı. Bir an evin içinde dolaşan metafizik bir güç sırtına dayandı ve bir baykuşun yanına itti. Ayağına komut verdiğini bile hatırlamazken, şimdi sözcükleri dökmenin tam zamanı olduğunu düşündü ve ilk aklına gelenleri söyledi. "Ben… edebiyatı sevmiyorum. Her ne kadar yazdığım öyküler falan olsa da, tüm bunları kendi açımdan zavallıca buluyorum. Çünkü… yazdığım şeyler aslında deneyimleyip, hissini sonuna kadar tatmak istediğim şeyler… duygularım kelimelerle canlanmıyor ki. Öylece duruyorlar ve üzerlerinde gezinen örümcekleri izliyorlar. Bu yaratıkların iğrenç ayakları kendilerini gıdıklayıp, hareketlendirmiyor bile…" Daha konuşmaya devam edecekken, şaşkınlığı -sokak kapısı açıldığında hazırlıksız tenine çarpan cereyan gibi- titremesine sebep oldu. Hakikaten de söylediklerini, kendisinden ilk kez duyuyordu. Bunun üzerine daha önce hiç odaklanmamıştı, böyle bir olayın varlığından haberdar değildi. Edebiyattan böyle bir sebepten nefret etmek, belki de şimdiye kadar yapması gereken ama yapamadığı bir şeydi. Baykuşa konuştuğunu da unutmuştu. Üçüncü cümleden itibaren evde olduğundan bile yalnız kalmıştı. Kısa süreliğine soyutlanmış ve şimdi tekrar somut düzleme döndüğünden ağırlığını kaldırmakta zorlanmıştı. Yabancı bir ses, bir kırbaç darbesi gibi odağını tek noktaya çekti. Baykuş, yanındaki bonoboya dönerek: "Edebiyat bence de, var olduğundan beri kuvvetli bir acı aracı olmuştur. Ben de isterdim ki, o şeyleri hiç okumamış olsam… Sadece bilgisizliğim ve düşünce darlığımla düz bir yaşam sürsem…" Sesin, ilk olarak söylediklerini dinlediği için, konuşması bittiğinde bir kadına ait olduğunu fark etti. Ve bu durum kendine bir parça huzur verdi. Denildiği gibi, dikkat ilk önce söylenenlere gidiyordu. Daha yeni yeni ona çaktırmadan vücudunu tarıyordu. Baykuş devam etti: "Ve biliyor musun, bence… âşık olmaktan, sevmekten veya nefret etmekten öte, insan ilişkilerindeki en yüksek düzey, bir başkasının varlığından haberdar olmaktır. Orada olduğunu, bilinçli olarak ölümüne kadar her anında bilmek; bu ifadesizlik…" Söylediği şeylere katıldığını belirtecekken köpeğin kartalın yanına hareketlendiğini gördü. Neydi bu hayvandaki? Özellikle onunla ne hakkında konuşuyordu? Tekrar baykuşa döndüğünde kendisine baktığını fark etti. Cevap beklediği belliydi ama aslında vermek de zorunda değildi. Ne de olsa toplanmanın özelliklerinden biri de buydu: karşılık vermeme rahatlığı. "Olabilir… Biraz boş ver yine de baykuş, hayatın bir anlamı olması, seni onu anlamaya itmekten başka bir şey yapmaz. Bence yaşam hep aynı şekilde nefes alır." Kapıyı açan kurdun yanından içeri yılan girdi. Bu sırada bir süredir aklından güzelliğini çıkarmış olduğu kedi geldi yanlarına. Gördüğü şeylere detay veya analiz getirmez olmuştu. O yüzden sadece birilerinin kıpırdanışını, kıpırdandıkları şekilde algılıyordu. Kedi de bu yüzden gözüne oldukça sıradan ve basit geldi. Durgunluk doğuran yalnızlığı burada da kendisine sahip çıkmış ve onu yine "boş" sanılan bir doluluğa koymuştu. Yanındaki iki kadın şimdi bir şeyler konuşuyor ama o sahipsiz bir kuyudan karanlık suya doğru aktığı için, yankılanmaları net işitemiyordu. Aklı, özensiz hatırlanan anıların arasında köpek ve kartala gitmeye başladı; Ekrem'in kartalda veya kartalın Ekrem'de ne bulduğunu düşünmeden edemiyordu. Herkesin kendini değişik, entelektüel ve ilkel bir şeyler yapmak için fazla zorladığı bu maskeli balodan sıkılmaya başladı. Yine de insanın asıl maske taktığı zaman -en azından buradakilerin- fikirlerini veya aklından geçenleri söylediği ortadaydı. Zamanının çoğunu bir şeyi saplantı haline getirip, o olmadan yaşayamayacağını ayna karşısında iddia edenlerin ise, dinlerdeki tanrıyı bile kıskandıracak derecede ciddiyetleri vardı. Tüm bunlar oluyordu, hep olacaktı ve insan, içindeki o zaman geçirme güdüsünü doyurabilmek uğruna ne kadar alçalırsa alçalsın, ne kadar aptallaşırsa aptallaşsın, olmalıydı da. Modern yaşamın yakıtı maalesef sadece beslenme ve sevişmeyle sağlanamıyordu. Yılan konuşan ama duyulmayan iki dişinin arasından kendisini çekip kurtardı. Ama o hâlâ aynı yankının arasındaydı. Kulağına fısıldamak için yaklaştığını hissetti; kolunu tuttuğunda ürperme geldi. "Hani bir şey dersin ve o dediğini yeni keşfetmiş gibi hissedersin ama aslında bir ton insan tarafından çoktan söylenmiştir. İşte bu durumda kapılmaman gereken akıntı, söylediğinin klişe veya anlamsız olduğunu çığıran akıntıdır. Eğer onu söylerken, sözün kemiklerinin kafana çarptığını hissediyorsan… işte o zaman bil ki, sen o sözü söylemekle kalmayıp deneyimleyen milyonlardaki azınlığa da aitsin." Yılan bu tuhaf demeçten sonra tekrar ayrıldı. Bahsettiği şeyi hayatında sadece birkaç kez yaşamış, inandığı bir düşünceyi çok nadir deneyimlemişti. Çünkü "mutluluğun paylaşıldıkça güzel olduğu" gibi bilgileri ancak mutluluğu uzun süre yalnız yakalamaya çalışmış insanlar anlayabilirdi. Kendisinin yalnızken yaptığı şey ise, yalnızlığın yaşamın kökeninde olduğunu kabullenmekti. "Köpeğin bu hali beynine bir yumruk gibi inmiş olmalı," diyerek konsantrasyonunu sabitlemeye çalıştı kedi. Dışarı yansıtma zorunluluğu olmadan, gözlerindeki kızgınlığa sahip çıkarak, "Hâlâ da sızlıyor," diye karşılık verdi. Söze giren baykuş, "Bu gece gösterim yok mu?" diye sordu. Ancak kimseden cevap gelmedi; kimseye geceyle ilgili program dağıtılmıyordu. Bonobo nihayetinde neler döndüğünü anlamak için köpeğin yanına yöneldi. Hızlı adımlarını yere vururken, kafasındaki yapılandırmada Ekrem'den başka bir varlığın yanına gidiyordu; bastıramadığı şaşkınlığı ve ufak çaptaki korkusu bu yüzdendi. Yine kendi düşünde, artık hayvansallığını benimsemiş olan bu adam, bir zamanlar her şeyini paylaştığı içki dostundan da başkasıydı. Onun arkadaş varlığı artık sadece kendi sıkılganlığına ait değildi. Gelişini gördü, başını yavaşça kartaldan kendisine doğru çekti. Şimdi, duvarın dibinde dikilmiş iki merak uyandırıcı hayvanın yanındaydı. Köpek, direkt olarak ne için geldiğini anlamış gibi kolundan tuttu. "Sezdin değil mi?" "Nasıl sezdim mi? Ekrem, inanılmaz değişmişsin sen. Yani, şu duruşundan bile anlayabiliyorum bunu." Kıskançlığı bir anda şekil değiştirmiş ve burukluğa dönüşmüştü. Bir şeyler olduğunu görüyor ama arkadaşı bunun ne olduğunu söylemeden, anlayamayacağını biliyordu. "Arkadaşın egosuyla, dış-bilincin birleştiği bütünlük için savaşacak. Düşlerini takip edecek," diye konuştu kartal, tıpkı kabilenin yaşlı bilgesi gibi. Böyle sözlerin anlamını çok iyi bilse de, birinden direkt olarak duyunca afallamıştı. Köpeğin gerçek anlamda gözlerine baktı. Maskenin ardından kıpırdanışlarını görebiliyordu. Daireden çıkıp, geçen sefer Tan'ın sigara molası için oturduğu kaldırıma gittiler. Duyacağı şeylerden endişeleniyordu. Ayrıca şimdi kafasında yeni bir detay daha oluşmuştu. Her ne kadar "benmerkezci" olsa da, kafasına aniden yerleşen bu olasılığı kovamadı. Ekrem, nasıl kendisinden önce böylesine büyük bir değişimi gerçekleştirmişti? Ona ne olduğunu daha bilmese de, bu konuşma nasıl onun değişimiyle ilgili oluyordu? Daha üç-dört ay öncesindeki halini hatırlıyor, kendisinden daha depresif ve cansız olan hali gözünün önüne geliyordu. Demek ki, şimdi onun yaptığı gibi, kafasını böyle ucuz saçmalıklarla oyalamamıştı. "Kendimi çoğunlukla düşünsel bir boyutta seyrediyordum Tan. Hayata ve fiziğe olan bağlantım ise hayalini kurduğum vücutların mastürbasyonundan öteye gitmiyordu. Ama bu süreç boyunca, eyleme geçebileceğimi fark ettim. Bunu gördüm. Ve, bu belki sadece benle alakalıdır ama o kadar basit gözüküyor ki. Yani, şurada olmaktan, evde televizyon seyretmekten veya bir şeylerden kaçmaktan daha basit. Belki abartıya kaçıyorumdur, belki saçmalıyorumdur ama belki de bunları düşünmemi sağlayan şey korkaklığım ve kendime biçtiğim anlamsızlığımdır. "Bundan sonra gideceğim yerde, doğanın çoğunlukta olmasına özen göstereceğim. Özünde sığınak olan evlere böylesine bağlanmayacağım. Geleceğimin modern olasılıklarını da en aza indireceğim." Ayağa kalktı ve gökyüzüne baktı. Tan da öylesine duygulanmıştı ki arkadaşının gerçekleştirdiği bu devrimden, kendinden biraz daha soğudu. Bunca zamandır, kendinden beklediği hareketi arkadaşı yapmaya hazırdı. Onunla duyduğu gururu, katı ahlaka bağlı hiçbir anne-baba duyamazdı. "Bu muhteşem Ekrem." Orada uzunca birbirlerine sarıldılar. Başka hiçbir laf etmeden birbirlerine baktılar ve ayrıldılar. Tan tekrar yukarı çıktı. Ekrem ise kartalın dediği gibi bütünlüğünü sağlamak için savaşa gidiyordu. Bunun gerçekleştiğine hâlâ inanamıyordu. O gerçekten de, insanların çoğunlukla filmlerde yapabildiği bir şeyi yapmaya gidiyordu. İlkelliğine dönüp, düşleriyle barışacaktı. Tüm bu "gece" olayı onun için bir araçtı. Kedi bir an önce yanına geldi. Patisini omzuna atarak teselli etmeye çalıştı. "Bu düzenlenen gecenin adı "Düşünce Sanayisi" olmalı. Onun gittiği yer ise "Eylem Sanayisi." Ve emin ol Tan, bir gün sen de gideceksin. Bunu maskenden de kolayca anlayabilirsin." Bonobo; primatlardan insana en yakın olanı. Yaşam ve ait olduğu tüm atomlar, o andan itibaren değerlerini arttırıp, berraklaşmış ve evinden çok uzaklarda bir yerde parlaklığını kendisine göstermek için bekliyordu. Düşünce Sanayisi devam ediyordu. http://burakozkanps.blogspot.com/
|