[Gündem]"Sheakespeare'den Verdi'ye: Falstaff Operası" - Seval Deniz Karahaliloğlu![]() "Verdi'nin Opera Dünyasından Tatlı İntikamı: Falstaff Operası ve Disiplinler Arası Buluşmanın Perde Arkasında Yaşananlar"Disiplinler arası buluşmalar her zaman keyifli olur. Hatta sahne gerisinde yaşananlar çoğu zaman hikâyenin ana temasından daha eğlencelidir. Tıpkı, opera dünyasının en önemli bestecilerinden Giuseppe Verdi'nin eserlerinin şahikası sayılan Falstaff Operasında olduğu gibi. Falstaff Operası, dünya opera klasikleri arasında en zor sahnelenen ama aynı zamanda en keyifli operalardan biridir. Bunun nedeni, kısaca Verdi'nin bir dantel zarafeti ile işlediği müziklerinin yanı sıra,William Sheakespeare'in eserlerinin opera sahnesine başarıyla taşınmasıdır. İşte burada, devreye İtalyan metin yazarı Arrigo Boito giriyor. Boito yaşadığı dönemde, William Sheakespeare'e olan hayranlığı ve yazarın eserlerine olan tutkusuyla tanınıyor. En önemli özelliği ise William Sheakespeare'in eserlerindeki dil müzikalitesini eserleri İngilizce'den İtalyanca'ya çevirirken neredeyse birebir koruyabilmiş olmasıdır. Yani, Boito dildeki aynı müzikal uyumu, İtalyanca olarak yakalayabilme dehasını gösterebilmiş ender yazarlardan biridir. Bunun anahtarı da Boito'nun William Sheakespeare'in eserlerindeki ruhu, eserin özünü çok iyi özümseyebilmesinde yatar. Burada, Boito eserleri birebir kelimesi kelimesine İngilizce'den İtalyanca'ya çevirmek yerine uyarlama yoluna gidiyor. Adeta ikinci bir Sheakespeare gibi davranarak eserleri yeniden ele alıyor ve orijinal yapılarını bozmadan onları yeniden İtalyanca olarak yaratıyor. Falstaff Operası'nın ana teması, William Sheakespeare'in "Windsor'un Şen Hanımları", "IV. Henry" ve "Bir Yaz Gecesi Rüyası" isimli eserlerinden yapılan başarılı kurgulamaya dayanır. Arrigo Boito burada, Windsor'un Şen Kadınları teması üzerine, IV.Henry'den aldığı Falstaff karakterini yeniden yorumlayarak oturtur. Falstaff karakterini eserde ön plana çıkarır ve üçüncü perdede "Bir Yaz Gecesi Rüyası"ndaki büyülü atmosferi koruyarak hem eserin düğüm bölümünün çözülmesini sağlarken hem de masalsı ve eğlenceli bir tablo yaratır. ![]() Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun Falstaff Operası için özel olarak çıkartılan Falstaff kitabındaki yazısında söylediği gibi "Falstaff, Sheakespeare'in yarattığı en eğlenceli karakterlerden biridir. Burada iki ayrı Falstaff karakteri vardır. IV. Henry oyunundaki soylu Falstaff, diğeri ise Kraliçe Elizabeth'in siparişi üzerine Sheakespeare'in yeniden 1602 yılında "Windsor'un Şen Kadınları" eseri için yeniden yarattığı serseri Falstaff karakteri. IV. Henry'deki Falstaff zeki, neşeli, nüktedan, yaşlı, sevimli ve içinde çelişkiler barındıran bir kişiliktir. "Windsor'un Şen Kadınları" oyunu için yaratılan Falstaff'ın bu karakterle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Yaşlı, koca göbekli, kel kafalı, obur, içkici, üstelik kadın düşkünü bir Kazanova. Beş parasız kalan Falstaff, koca göbeğine ve ilerlemiş yaşına bakmadan iki soylu kadına aşk mektupları göndererek, zengin kadınlar vasıtasıyla kocalarının paralarından faydalanmaya çalışır. Sadece isim değişikliği yaparak iki kadına da aynı aşk mektubunu gönderir. Kadınların olayı fark edeceğini düşünemeyecek kadar böndür. Ama işler umduğu gibi gitmez ve "Windsor'un Şen Kadınları" Falstaff'a unutamayacağı bir ders vermeye karar verirler. Ve Falstaff'ı rezil edecekleri oyunlar böylece ortaya çıkar." Bu işin tiyatro cephesi. Bir de işin opera cephesinde yaşanan kulis arkası var.
![]() Gelelim şu meşhur yazılma hikâyesine. Dramatik yapısıyla, en az operanın kendisi kadar renkli demiştik ya. Ercan Yenal, operayı hazırlarken orijinal metinlere ulaşmış ve Almanca'dan çevirdiği arşiv çalışması sonucunda bir takım mektuplaşmalara, bestecinin eseri bestelerken düştüğü küçük notlara kadar çok zengin bir malzemeye ulaşmış. Bu heyecanlı macera sonunda opera sahnesine kadar uzanmış. Tarihin yaprakları arasında dolaşmak tıpkı gizem avcılığı yapmak gibi. Ercan Yenal bu heyecanlı iz sürüş sırasında bulduklarını bizimle paylaşıyor: "Verdi Falstaff'ı hayatının son döneminde kaleme almıştır. Besteci, eseri bestelediği dönemde, 78 yaşına gelmişti ve artık hayatının sonuna geldiğine inanıyordu ve kesinlikle bir opera yazmayı düşünmüyordu. En son yazdığı opera olan Othello'dan bu yana altı yıl geçmişti. Çiftliğine çekilmişti ve ömrünün son günlerini Sant'Agata'da huzur içinde çiftliğinde geçirmek istiyordu. Bu sırada Boito, Sheakespeare'in eserlerinden derlediği metni çıkardı ve Verdi'ye yolladı. Bu, Verdi'nin Falstaff'ı bestelemesinin birinci nedeni. İkinci neden ise, Verdi ömrü boyunca, hep bir komik opera yazmak istemişti. Gençlik yıllarında yazmış olduğu komik opera, Rossini tarafından çok acımasızca eleştirilince, Verdi bir daha komik opera yazmaya cesaret edemedi. Ama Boito'nun metnini görünce, içinde ukde kalan komik operasını yazmaya karar verdi. Boito'nun teşvikiyle de operayı yazmaya başladı. Falstaff onun bir çeşit 'veda' eseri oldu ve bu veda temasını operanın finaline de yansıttı. Operayı yazıp bitirdikten sonra, partisyonun üzerine 'Adiö' (Elveda) diye küçük bir ekleme yapmıştır. Burada bir veda vardır ama bu 'hayata vedadır'. Başka bir opera yazamayacağını çok iyi biliyordu, hatta Falstaff'ı bile bitirebileceğinden emin değildi. Bu eseri bestelerken, yazdığı mektupların birinde, 'Ben bu eseri, sadece kendim için yazıyorum' der. Yani, burada ne emprezaryolar, ne Scala operası, ne de solistler umurumda değil, 'ben ilk defa ne istiyorsam onu yapıyorum' demek istiyor." Anlatılanları heyecanla dinlerken bir yandan da Verdi'nin yaşadığı dönemde, yazdığı bu son eserle, opera dünyasında bir devrim yaptığını düşünmekten kendimi alamıyorum. İster adına devrim deyin, ister Verdi'nin opera dünyasından gider ayak aldığı tatlı küçük intikamı, ortada alışılmışın dışında bir eser var. 'Kesinlikle' diye onaylıyor Ercan Yenal ve devam ediyor. "Falstaff Operasını, opera dünyası için bir devrim olarak kabul edebiliriz. İtalya Operası'nda seslendirildiği 1893 yılını, opera dünyası için 'modernitenin' başlangıcı olarak alabiliriz. Çünkü, o dönemin normlarını kırıyor. O dönemde, Almanya'da Wagner ekolü var. Wagner, başlı başına bir yol izlerken, İtalyan ekolünden bir çok besteci ondan etkileniyor. Aslında bütün Avrupa operası Wagner'in disiplinli müziğine büyük bir yakınlık duyuyor ve yaptığı müzikten etkileniyor. Fakat Verdi bildiği yolda gidiyor. Verdi, yalnız Alman müziğinden Mozart ve Beethoven'ın müziğine duyduğu saygıyı Falstaff'a da yansıtıyor. Eserde, yer yer Mozart'ın müziğine saygı ifadesi olarak, Figaro'nun Düğünü'nü anımsatan yerler var." Bu arada, benim şu 'tatlı intikam' lafı, Yenal'ın çok hoşuna gitmiş olmalı ki gülmekten kendisini alamıyor ve ekliyor: "Bu lafı çok güzel buldunuz. Verdi, Falstaff ile herkesten intikam alıyor. Mesela orkestra şefi olarak, bir kere benden intikam alıyor. Çünkü, Falstaff hayatımda gördüğüm en zor opera eseridir. Oyuncudan alıyor. Emprezaryolardan alıyor. Orkestrada çalan müzisyenlerden alıyor.(Herhalde söyleşiyi yazarken benden de intikam alacak, kahkahalar..) İşte, eserde bir espri var. Finalde, Falstaff, 'Her şey bir şakadır' diyor. En büyük şaka şu. Herkes opera bitti zannediyor, oyuncular kucaklaşıyor. Her şey mutlu bir sona giderken birden Falstaff füge başlıyor. Füg öyle zor bir sanat türü ki, ezberlemesi zor, çok sesliliği var, 9 solistin aynı anda koro ile beraber söylediği ve orkestranın da girdiği bir müzik başlıyor. Operanın son üç, dört dakikası müzik tarihinin en zor kategorilerinden biri olan füg. Bu da bir şaka, bu da bir 'tatlı intikam' aslında. Oyuncular, opera boyunca ellerinden gelenin en iyisini yapmak için uğraşmışlar, ölmüşler, bitmişler, üç perdelik operayı çalmışlar, söylemişler, tam eserin biteceği an bir anda füg söylemeye başlıyorlar. 'Hayat bir şakadır, insanlar delidir' derken, aslında bizi de deli yerine koyuyor, hatta deli ediyor çünkü tam orada füg giriyor. Operada füg, sanatçıların en korktukları bölümdür. Biz fügü çalışırken, ben orada bir espri yapıyordum. 'Arkadaşlar, biz burada fügü çalışırken, Verdi yukarda bulutların üzerinde halimize gülüyor, bizimle alay ediyor' diyordum. Verdi için bu eser o kadar özel ki, 'Falstaff'ın Scala Operası'nda oynanmasını tasvip etmiyorum çünkü, bu eser orada bütün özelliğini yitirecek. Bu eserin sahneleneceği en uygun yer benim Sant' Agata'da çiftliğimdir' diyor. Orada, bile bestecinin yarı şaka yarı ciddi bir tavrı var."
Peki, böyle bir 'ihtilal eserini' sahneleme çılgınlığı ilk kimden çıktı acaba derken kahkahalar arasında Ercan Yenal 'Doğrusunu isterseniz, çıbanın başı ben ve Mehmet Ergüven' diyor. Biz gülmekten yerlere serilirken o devam ediyor. (Kahkahalar…) "Mehmet ile opera dışında da çok iyi bir dostluğumuz var ve senelerden beri Falstaff'ı sahnelemeyi istiyorduk. Aslında, son iki yıldır Falstaff gündemdeydi. Beethoven'in Fidelio Operası da Mehmet'in ve benim fikrimdi. İlk defa, orijinalinden Almanca olarak sahneleyeceğiz dediğimizde bir çok kişi burun kıvırmıştı ama sonra çok başarılı oldu. Şimdi aynı başarıyı Falstaff'da yakalayacağımıza ben inanıyorum." O kadar çok Verdi'den bahsettik ki şimdi Sheakespeare haklı olarak alınacak diye düşünüp lafı Sheakespeare'e getiriyorum. Çünkü, Falstaff operasının bu kadar başarılı olmasının nedenlerinden biri de Sheakespeare'in eserlerinden yola çıkılarak yazılan özgün bir metinle sahneleniyor oluşu. Görüşüme Ercan Yenal da katılıyor. "Burada, metnin oluşturulmasında Boito'nun çok önemli bir işlevi var. Librettosunu Arrigo Boito'nun yazdığı operanın metni, İngiliz yazar William Sheakespeare'in "Windsor'un Şen Kadınları", "Dördüncü Henry" ve "Bir Yaz Gecesi Rüyası" isimli adlı eserlerinden esinlenerek kaleme alınan bir öyküye dayanıyor. Boito burada kendini Sheakespeare ile o kadar güzel özdeşleştirmiş ki, ortaya müzik ile çok uyumlu bir metin çıkmış. "Windsor'un Şen Kadınları"ndaki iskeleti, yani o komik öğeleri alıp onun üstüne Dördüncü Henry'den aldığı karakteri koyuyor. Falstaff karakteri Windsor'un Şen Kadınlarında, psikolojik olarak profilini çizebileceğimiz, o kadar çok derinlemesine giden bir figür değil. Dördüncü Henry'de çok daha belirgin olan Falstaff karakterini alarak bunu zenginleştiriyor ve bir baş rol haline getiriyor. Yani Boito, burada bir nevi ikinci bir Sheakespeare gibi davranarak, bu iki metni bir araya getiriyor ve yeniden bir Falstaff karakteri yaratıyor. Sonra, üçüncü perdede çok net görülen "Bir Yaz Gecesi Rüyası" var. Orada da Nanetta'yı peri kızı olarak görürüz. Boito, bütün bu metinleri çok büyük bir başarıyla bir araya getirip, harmanlıyor. Olay örgüsünü, Windsor'un Şen Kadınların'a dayandırarak, Falstaff'ı kişi olarak çıkarıp çok önemli bir karakter haline getiriyor." Boito bunu yaparken, acaba Sheakespeare'in dizelerinden birebir yararlanıyor mu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Çünkü, edebiyata meraklı olanlar, bilir. Sheakespeare'in eserlerinin büyüsü kullandığı dilin müzikal yapısına dayanır. O nedenle, ustanın şiirlerini ve oyunlarını 'ben İngilizce biliyorum' diyen herkes çeviremez. Eskilerin deyimiyle, dile vakıf olmak gerekir. İşte tam da bunları düşünürken Ercan Yenal, Boito'nun birebir çeviri kullanıp kullanmadığına dair merakımı gideriyor. "Bunu tam olarak söylemek mümkün değil. Çünkü opera, İtalyanca. Fakat, orijinal eserde, Dördüncü Henry'de, Falstaff'ın 'onur' üzerine söylediği bir tiradı var. Onur üzerine söylediği bu tiradı, operanın birinci perdesinin sonunda yer alıyor. Ben Dördüncü Henry orijinal metinde yer alan sözlerle, bu tiradı karşılaştırdım birbirine çok yakın. Boito, olduğu gibi orijinal İngilizce metni alıp tekrar sözleri İtalyanca olarak yazıyor. Sheakespeare'in metnine dayanıyor ama çok ilave var. Boito, İtalya'nın o dönem en ünlü libretto yazarlarından biri. Wagner'in bütün Almanca'dan operaları İtalyanca'ya çevirmiş, ayrıca Boito, dönemin en önemli Sheakespeare uzmanı olarak kabul ediliyor. Aslında, Verdi'nin hayatı boyunca aradığı librettis Boito'ymuş. Bunu, son iki eserinden anlıyoruz. Othello ve Falstaff'dan. Çünkü, Verdi'nin Falstaff'dan önce bestelediği Othello operasının da librettosu Boito'ya ait. Verdi'nin de çok yoğun bir edebiyat tutkusu var. Mesela, Don Carlos Operası, Schiller'den kaynaklanıyor. Öldükten sonra, evinde başucunda çok önemli bir Sheakespeare külliyatı bulunmuş. Verdi'nin Sheakespeare'e aşırı bir düşkünlüğü olduğu biliniyor. Mesela Kral Lear, Verdi'nin operasını bestelemeyi çok istediği bir eser olduğu halde, uygun bir librettis bulamadığı için yapamamış. Notaları yazmış yazmış, beğenmemiş yırtmış. Oturmuş librettosunu kendi yazmaya başlamış bu sefer metni beğenmemiş, yırtmış. Eğer Verdi, Boito ile çalışmaya 10-15 yıl önce başlamış olsaydı ve yapmayı çok istediği ama yapamadığı Kral Lear operasını yazabilmiş olsaydı acaba ortaya nasıl bir opera çıkardı diye düşünüyorum." Tüm bunlar göz önüne salındığında, sanki Falstaff'ın operası, İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin gövde gösterisi gibi oluyor değil mi? demeye kalmadı. Ercan Yenal, söze benden önce atıldı. "Falstaff operası, gerçek bir meydan okumadır. Bunu Falstaff Operası'nın kitabında kapak metnini yazan Türkiye'nin Sheakespeare uzmanı Prof. Dr. Özdemir Nutku söylüyor. Prof. Özdemir Nutku 'Falstaff Operası'nın İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde oynanması büyük bir zenginlik olduğu kadar, sanatçılar açısından da bir meydan okumadır; çünkü bu yapıt, opera dünyasının en zor yapıtlarından biridir' diyor. Falstaff hakikaten olağanüstü bir solist sanatçı kadrosunu bir araya topladı. Sadece solist sanatçılarımız değil, aynı zamanda kostümden, makyaja, dekordan ışığa kadar her şey çok özenilerek yapıldı. Dönem kostümlerini Sevda Aksakoğlu, dekoru Hakan Atik hazırladı. Işık yönetimi Oktay Kaynarca'ya ait. Operayı sahneye çok sevdiğim dostum Mehmet Ergüven koydu. Bu arada, gerçekten harika bir kitap çıkardık. Yani, opera dergisi filan değil. Bu gerçek manada bir kitap oldu. Kitapta, ülkemizin en önemli Sheakespeare uzmanı Prof. Özdemir Nutku'nun Falstaff üzerine yazdığı yazıyla, çeşitli üniversitelerden akademisyenlerin kaleme aldığı Sheakespeare ve Falstaff karakteri üzerine araştırmalar yer aldı. Yani, Falstaff Operası için kitabından kostümüne kadar her ayrıntıyı titizlikle ele aldık." ![]() Eserin yoğun dramatik yapısı oyunculuk yeteneğini de gündeme getiriyor. Ercan Yenal, operada solist olarak çalışan bütün sanatçıların oyunculuk eğitimi almalarının şart olduğu görüşünde. "Ankara Konservatuarı'nda eski ekolden yetişmiş olan sanatçılar, şan eğitimi yaparken tiyatro bölümü öğrencileriyle birlikte aynı sınıfa giriyorlardı. Ben Ayşe Tek'ten biliyorum. Cihan Ünal, Cüneyt Gökçer, Nurseli İdiz hep aynı dönemin sanatçılarıydı. Opera sanatçıları ile tiyatro sanatçılarının aynı sınıfta eğitim görmeleri operaya çok şey kazandırmıştır. Opera sanatçıları daha sonra şan eğitimi için ayrılıyorlardı. İşte, bu opera sanatçıları için aldıkları bu tiyatro eğitimi çok büyük bir artıdır. O dönem, bugüne nazaran daha iyi bir eğitim vardı. O zaman insanlar, eskrim dersinden kalacağım diye korkuyordu. Şimdi bu dersler yok ve eksikliği fena halde hissediliyor. Opera bölümlerine derhal drama dersi konması şart. Yeni yetişen sanatçılar maalesef drama dersi almıyorlar ama bu açıklarını el yordamıyla kapatmaya çalışıyorlar. Opera için drama vazgeçilmez bir gereklilik. Mesela, orkestra dersi almadan gelen bir solo obuacı ne kadar iyi çalarsa çalsın, orkestra dersinin disiplinini almış olması lazım. İlk önce, orkestra elemanı olarak çalabilmeyi öğrenmesi gerekir. Dramanın operaya etkisi müthiştir. Opera komple bir sanat. Her şey yerli yerinde yapıldığı zaman, opera bütün sanatların üzerinde bir sanat dalıdır. Othello'yu Verdi'nin müziği ile izledikten sonra, Othello'yu, İngiliz tiyatrosundan izleyin mutlaka bir şeylerin eksikliğini hissedeceksiniz demektir. Metin, müzik, görüntü ile opera bütün görsel sanatları içinde barındırıyor. Müziğin gücü o kadar büyük ki, izleyici Falstaff'ı izledikten sonra, Dördüncü Henry'i izlediğinde bir şeyleri kaçırdığını görecektir. Bunu, Carmen'de görüyoruz. Carmen'in müziği o kadar güçlü ki, yönetmen Carlos Saura, Carmen filmini çektiğinde, dayanamayıp filmin sonunda George Bizet'nin müziğini çaldırmaya başlıyor. Çünkü, müzik ifadeye zenginlik ve güç katıyor. Orkestra ile beraber koronun insan seslerinin birleşimiyle birlikte anlatılmak istenen duygular belki yüz kat daha güçlü bir biçimde vurgulanarak ifade ediliyor. İşte operanın sihri de buradan kaynaklanıyor." Fotoğraflar: Kuvvet Baskın |