[Hezeyan]"Kendine Ağlayan Bir Nehir*" | Aylin Parakos![]() "HER ÇIĞLIK KENDİNE DÖNER"Kalabalık, epey kalabalığım bu akşam. Bu kadar insana hiç alışık değilim oysa. Sen en yaşlısı, kadir kıymet bilmediğin konuşulsa da sokak aralarında, kıymetsizliğin ya da kadirsizliğin pek görünmedi bana. Eğlenceli gibi… Gülüyoruz eften püften şeylere. Sürç-i lisanları en çok ben ediyorum. Bilmiyorlar, bilmiyorlar içimden geçen taşıma araçlarını. Okyanuslardan geçen seyahat gemileri, eski yük trenleri, uzun yol kömür kamyonları… Gece mola vermeyen yolcusuz otobüsler… İnilmeyen bir sürü araç işte. Hepsinin yolcusuyum hepsinin sürücüsü. Koşumsuz atlar gibi belki. Saatler ilerledikçe, kaygılarım gecenin içine tekrardan sızmaya başlıyor, salına salına geziyor korkucuklar. Sürümsüz yolculuklarımız var geceye, gün ışığına. İkisinin de başındayız aslında, ikisinin de sonunda. Dönebilir miyiz hiç, kendimizden önceki masallara? Dönüşler zamana değildir aslında. Köyün delisi bu saatte çığlık atıyor, ne güzel! Bir ben basamadım çığlığı? Bir ben miyim? Sığınacak kuytularımız vardı eskiden. Pamuk şekerlerimiz, kâğıt helvalarımız, renkli yusyuvarlak sakızlarımız. Hafta sonları Gülhane Park'ına yapılan neşeli piknikler. Yengemin zeytinyağlı sarmaları, Nurten Teyzenin tüm pasaklılığına karşın lezzeti tartışılmaz kekleri. Korktuğumuz mahallenin köpeğiydi, en azgınıydı o da. Bir de tek kanallı televizyonumuzda haftada bir kez çıkan korku filmleri. Şimdi şimdi anlıyorum. Nelerden geçtik bir düşünsene? Kurgularımızın yarım kalmışlığı, hep attığımız aksak adımlardan mı? Çocukluk yani. Küçük bedenlerimiz kadardı hayallerimiz. Suçlu mu arayacağız şimdi? Senin ya da benim suçum değil ki bu. Suçlu aramak doğru olmasa da, suç onlarda. Suç, dışarıda milyonlarcası bulunan, kapalı bir kutunun açılmasını beklemek (istemek daha doğru) yerine, tabanına delikler açmaya çalışan, gereğinden fazla hırslı, ömründe bir kez aşka yenik düşmemiş, bulduğunu tüketen o insanlarda; toplumda. Savunma mekanizması değil bu, işin içinden sıyrılmak hiç değil. Ben dışarıda olmak istedikçe, onlar daha çok çekiyor kutunun içine. Vazgeçemiyoruz konuksever normlarımızdan. Ayrı gölgeler çıksa da bedenlerden, ezip geçiyoruz, kocaman bir binanın cüssesiyle. Gölgesi olmayan bedenler topluluğu, toplu mutsuzluk… Korkunun korunaksızlığında başka ne dileyebiliriz ki denizaltı tanrılarından? Biliyorum, onların suskunluğu da boşuna. Küçülüyorum, eskiyorum belki. Yüksek derecede yıkanan çamaşırlar gibi. Kırış kırış, beyazlar gri… Bu bendeki tükenmişliğin sancıları olabilir mi? Depresif, melankolik yükler mi yoksa? İkisi de aynı şeydir belki. Gecenin içine resmini çiziyorum siyah beyaz Düşlerimi biliyorsun. Ama |