[Öykü]"Kıyak" | Erdoğan Taşkın![]() "ELİ BOŞ DÖNÜLMEZDİ BU MACERADAN"Babam'a Tilki Salih, Pir Osman, Çift Tabancalı, Alen Delon Fikri, Kaleci Cemil ve ben Boksör Ali… ve diğerleri… Yaz aylarında akşama doğra Ulus sırtlarından aşağıya, Ortaköy sahile iner, kahvelerden birine girip makineye yirmi beş kuruş atar, twist yapardık saatlerce. Elvis Presley, Jimi Hendrix, Joe Cocker has adamlarımızdı o yıllarda. Akşam ise sahilde, balıkçı sandıkları arkasında zulalanır yine çift kâğıtlıları döndürürdük açık hava sinemasından önce. Gece yarısını biraz geçe, tırsak adımlarla ve salavatlar eşliğinde merhumların dünyasına dayı oğluyla daldığımızda bunlar vardı aklımda. Ve o günlerde müptezelliğin dibine vurmuştuk yine. Kaşıntımız azmış, iki gündür harmandık. Akşam iş çıkışı yeni torbacı kamille, Çift Tabancalı görüşecekti. Resmen kıran günleri yaşıyorduk bir yandan da… İyi bir kanal bulamadık kaç zamandır. En iyisini iki gün önce toprağa vermiştik. Ama hayattayken yaptığı onca kıyağa rağmen, bizim ona yaptığımız kıyağa gözümüzü dikmiştik şimdi. Bir suçluluk duygusu vardı ya üzerimde, yine de çok sallamadım bu durumu. Merhum Tilki Salih mahalleden arkadaşımızdı. Nedense kurnazlığını hiç görmedik. Ama harbi çocuktu. Genç yaşta saldı kendini. Alkol, duman derken erken gitti; tüm hızlı yaşayanlar gibi. Son yıllarda sabah kahvaltısında başlıyordu içmeye. Sulu kuru ne bulursa hayır demezdi. Bu şekilde takılanların çoğunluğu gibi onun da torbası vardı. Nerden buluyorsa buluyor, kimlik büyüklüğünde macun plakalar eksik olmazdı elinin altından. Ulus sırtları bomboştu o yıllar. Alabildiğine orman, alabildiğine meyve ağaçları. Kışın kar yağdığında kurtlar, çakallar inerdi Dereboyu'na. Evden dışarı çıkmaya tırsardık… Ama yaz ayları bir başkaydı. Tepede bir ağacın altına, Boğaza nazır soframızı kurar, saatlerce muhabbet ederken, ha bire çift kâğıtlılar dönerdi… Hepimiz yirmili yaşlarımızdaydık daha… Ama kafaları dumanladıktan sonra dalından kopardığımız bal gibi incirler ne de güzel gidiyordu kan şekerine. 25-30 kişi kadardık, Tilki'yi son yolculuğa uğurlayanlar olarak. Gelenlerden hemen herkes dalgaya takılıyordu. Üzerine tahtaları yerleştirip toprağını doldurduktan sonra, bir anda beş on kişi birden, kimi mühür, kimi ot kıvırmaya başladı. Çiftliler, üçlüler iki dakkada hazır oldu. Bir yandan yenileri sarılıyor bir yandan da dönüyordu ortalıkta. 25-30 kişi arasında dönen dalgalardan bir duman tabakası yükseldi ki gökyüzüne, sineklerin de kafasını yapmıştık sanırım. Bir cenaze töreninde gülmek kadar aptalca bir şey olamaz herhalde. Ben gülmedim gerçi. Ama az daha basıyordum kahkahayı. İmam "El Fatiha" deyip son duaya durunca, bir anda herkes elindekini ne yapacağını bilemedi. Parmaklarının arasında dalgayla herhalde hiç kimse dua etmemişti bugüne kadar. Bizimkiler de bir anda ne yapacaklarının şaşkınlığıyla ellerindekileri savurdular yere. Ama puşt imam da duayı uzattıkça uzatıyor. Bu yüzden herkesin gözü yerde. Bir imama, bir de ellerini yukarı kaldırmış, bir an önce duanın bitmesini bekleyen arkadaşlara bakıyorum. Tilki Salih de olsa, herhalde o da bir an önce imamın tatavayı kesmeni dilerdi. Çünkü avuçlar yüzlere sürülür sürülmez millet balıklama daldı yerde yanan dalgalara. İmam töreni terk ettikten sonra şaraplar da çıktı ortaya tabii. Bir kırmızıyı, başının ucuna döktük. Plastik bardaklarla kadeh kaldırdık hep birlikte Tilki Salih'e. Öte tarafta şansının açık olmasını diledik. Sonra da dağıldık. Şimdi, o gün mezarlıktan ayrılırken Pir Osman'ın şakayla karışık bıraktığı mührün peşindeydik. Ve mutlu son. Gece yarısını geçerken, elimde emanet, bizim eve doğru yollanırken, hanımın uyumuş olmasını diledim. Yoksa bu maceranın üzerine çekilmeyecek tek şey onun dırdırı olurdu herhalde.
|