[Öykü]"Veda" | Leyla Süslü![]() "PİS KIZIL KOMÜNİST!"Sıkıcı bir günü daha bekleyerek geçirecektim. Asıldığım duvarın kirli renginde parlayan mavimin rengi gitgide soluyordu. Kim derdi ki, bana hayat veren güneş bir gün gelip bana ihanet edecek. Doğduğum günü dün gibi hatırlıyorum. Aylardan eylüldü. Adana'nın keskin sıcağı azalmıştı azalmasına ama hâlâ ter boşalıyordu her yerimden. Düz ovada beliren kardeşlerim süt beyaz bedenlerini güneşin sıcacık kollarına yaslamış gülümserken, karanlıkta beklediğim kozadan başımı umutla ışığı hissettiğim yöne çevirmiştim. Her şey bulanıktı. Umutsuzca kendimi sıkışıp kaldığım kozaya bırakmıştım. Koza sıcaktı. Ellerimi başımın altında kenetleyip amansız bekleyişe devam etmiştim. O aralar kendi sesimi duymaktan çıldıracaktım. Ara sıra vadi boyunca yayılan rüzgârın uğultusundan başka bir ses yoktu. Doğduğum gün tüm beyazlığım ve yumuşaklığımla güneşe kendimi teslim ettim, topak topak oluncaya dek bekledim, ardından yorgun, çilekeş eller beni dikenli kozamdan çıkarıp kardeşlerimle beraber fabrikaya gönderdi. Dokundum, boyandım ve bir umutla mağazalara gönderildim. Günlerce mağazada bekledim. Bir gün Hilmi Bey gözleri ışıl ışıl çıkageldi. Bana dokundu. Yumuşaklığımdan etkilendi. Hatta yüzüne sürüp tatlı tatlı gülümsedi. Güneşin sıcaklığını taşıyan bedenimi gerdim boylu boyunca. Beni masanın üzerine bıraktı. Havasızlıktan boğulmak üzereydim. Heyecanla açılmayı ve sahibimle buluşmayı bekliyordum. Günlerce bekledim. Sonra bir gün Hilmi Bey beni çıkardı. Sevinçle askıya asıp duvardaki çiviye yerleştirdi. Yine gözlerinde o ışıltıyla hayran hayran beni izledi. Sevinçten eteklerim zil çaldı. Yanı başımda duran antika masanın üzerindeki guguklu saatle tanıştım. Uzun süredir bu evdeymiş. Hilmi Bey'in anneannesinden yadigârmış. Hilmi Bey her gün odaya girer, fesleğenleri sular, kokularını içine çekerdi. Oda bahar kokardı. Minnacık serçeler pencereye tüner, gün boyu öterdi. Evin kedisi Pisi yalanarak odada dolaşır, Hilmi Bey'in ayaklarının dibinden ayrılmazdı. O zamanlar guguklu saat tıkır tıkır çalışıyordu. Mutluydu. Mutluyduk. Odadaki kitapları bile şefkatle okşayan, gün boyu gözlüklerini takıp saatlerce okuyan bir adam kime ne zarar verebilirdi? Bazen arkadaşlarıyla toplanır dünyanın ahvali üzerine derin tartışmalara dalarlardı. Bir gün Hilmi Bey eve döndü. Rengi bembeyazdı. Titriyordu. Çok üzgündü. Sanki gözlerinde dünyayı taşıyordu. Kırmızı kanepeye çöktü. Saat, ben ve fesleğen üzüntüyle onu izledik. Sevgilisi Remziye Hanım'ı 1978'in kara kışında sokak ortasında güpegündüz vurmuşlar. O da komünistmiş. Onun da kanı kırmızıymış. Hilmi Bey iki gün hiç uyumadı. Bazen yorgunluktan sızıp birkaç saat kestirip ardından gözlerini uzaklara dikip öylece kaldı. Bir hafta sonra Hilmi Bey banyo yaptı, tıraş oldu. İlk kez dışarı çıktı. Çıkarken hüzünle bana son kez baktı. Çıkış o çıkıştı. Bir daha Hilmi Bey'i görmedik. Hilmi Bey gittikten sonra guguklu saat günlerce kendine gelemedi.
|