[Deneme]"Çöl ve Hız Çiftinin Çocuğu Amerika" | Neslihan Perşembe"ÜÇ BOYUTLU BİR DÜŞ; DEV BİR HOLOGRAM AMERİKA"Toplumsal, kültürel, politik ve ekonomik anlamda gerçeğe ait her göstergeyi egemenliği altına alarak, olmayanı var gibi gösteren; düzmeceye dönüştüren ve bu dönüşümü sinsice yaparak bir hiper gerçeği var eden “simülasyon”un* kuramını oluşturan Jean Baudrillard (1929-2007), kitle zihniyeti, tüketim ile günümüz dünyası güçlerinin en önemli maşası bir kısım medya ve araçları üzerine düşünce ve yapıtlarıyla tanınmaktadır. Jean Baudrillard'ın Amerika adlı yapıtı Fransa'da 1986 yılında yayınlanmış, on yıl sonra ülkemizde Yaşar Avunç'un Fransızcadan çevirisiyle 1996 yılında okurla buluşmuştur. Fransa'nın önemli ve çarpıcı düşünürlerinden Jean Baudrillard, Amerika'yı Amerika'da anlamanın gerekliliğini savunarak dünyayı etkisi altına alan bu yaşam, düşünme biçimine, seksenli yılların sonlarında gider. Bu gidişte, günümüz siyasi ve ideolojik akımlarını reddetmesi gibi, geleneksel bakış açısına yine bir reddedişle bakar. Şöyle ki; Baudrillard, Amerika'nın çöllerinde, dağlarında, yollarında, otoyollarında, kent merkezlerinde, ölü kentlerinde, motellerinde bulunarak konuları günlük olaylardan, sokaktaki hareketlilikten, doğal güzelliklerden seçerek kitabını yazar. Kitaba değinmeden önce fakülte yıllarından hocam Oğuz Adanır'dan söz açmak istiyorum; çünkü üniversite yıllarında beni ve arkadaşlarımı Jean Baudrillard'la tanıştıran kendisi olmuştur. Tabii ki bu katkısı sadece öğrencileriyle sınırlı kalmamış, Jean Baudrillard'ın yapıtlarından yaptığı çeviriler, araştırma, incelemeler ve kendisiyle yüz yüze görüşmelerle, ülkemiz düşün dünyasına bir katkı sağlamıştır. Oğuz Adanır'ın çevirisiyle ülkemizde 2005 yılında yayımlanan Jean Baudrillard'ın Şeytana Satılan Ruh Ya da Kötülüğün Egemenliği adlı yapıtını kitapçıdan aldığım 7 Mayıs 2010 günü, Baudrillard anısına Konak Belediyesi işbirliğiyle, İzmir Fransız Kültür Merkezi'nde bir söyleşi yapıldı. Söyleşiye Baudrillard'ın eşi Marine Baudrillard ve yakın dostları, Fransa'nın önemli entelektüelleri arasında yer alan Marc Guillaume ve François L'Yvonnet katıldılar. Oturumu yöneten ve salonda yer alanlara, konuşmacıların söylediklerini çeviren Oğuz Adanır'ın, söyleşinin sonunda daha anlaşılır olması için Baudrillard'a dair yaptığı örnekleme, Amerika'yla ilgiydi, daha doğrusu “süper güç” diye tanımlananlarla. Aklımda kaldığı kadarıyla size şöyle aktarabilirim. Teknoloji başta olmak üzere birçok alanda kusursuz görünen Amerika, 11 Eylül'ü hesaba katamamıştır. Baudrillard, bu doğrultuda her olaya iki yönden bakılmasını önerir. Amerika adlı kitabının arka kapağında belirtildiği üzere de Baudrillard, Amerika'ya pek de bakılmayan ikinci yönden; müzeler, kütüphaneler, geleneksel anlamdaki kültürel veriler yerine, genelde tercih edilmeyen başka bir yoldan, doğanın insandan önce geçirdiği bütün evrimleri sergileyen ilkel bir coğrafyadan, kent kavramlarımıza sığmayan bir kentleşmeden, farklı bir birey, ahlâk ve sağlık anlayışıyla bir başka kültürden gitmiştir. Baudrillard'ın araştırdığı yıldızsal Amerika'dır. “Bunun için senaryonun hızını, televizyonun kaygısız refleksini, boş bir mekânda çekilmiş günlerin ve gecelerin filmini, göstergelerin, imgelerin, yüzeylerin ve yollardaki belirli, alışılmış davranışların şaşıracak derecede duygusuzca art arda gelişlerini, Avrupalı kulübelerine kadar gerçekte bizim olan nükleer ve çekirdeği çıkartılmış dünyaya en yakın şeyi araştırdım.” (1) Amerika'yı tanımlayan iki önemli gösterge; çöl ve hız. “Çölün arı geometrisi içinde arı bir nesnenin yüzeyselliği ve tersine çevrilebilirliği.” Çöl; verimsiz, geniş araziler: “İnsanlık dışı bir zekânın, köklü bir aldırmazlığın; yalnızca gökyüzünün değil, içinde mekânın ve zamanın metafizik tutkularından başka bir şeyin kristalleşmediği jeolojik dalgalanmaların aldırmazlığının parlak ve fosilleşmiş ağı.” Hız; eylemdeki çabukluk. “Hız sonucun nedene karşı zaferidir. Hız bir ilk alan yaratır ki bu alan ölüme neden olabilir ve tek kuralı ardından hiç iz bırakmamaktır.”(2) Simülasyonun; hiper gerçekliğin gücü Mekânın düşünceyi oluşturduğu bir anakara; Kuzey Amerika. Büyük binaların egemen olduğu, kentin senaryosunu oluşturan milyonlarca insanın dolaştığı New York sokaklarında, etnik grupların hepsi egemendir. Aralarında hiçbir bağ olmayan bu yalnız insanlar, bir arada yaşayarak bir elektriklenmeye neden olmaktadırlar. Canlı, yaşam dolu Amerikan sokakları kıyamet günü görünümünde bir maratonu andırmaktadır. “Gelecekte kentler daha genişlemiş ve kentlilikten çıkmış olacaklar (Los Angeles), yine gelecekte kentler toprak altında yitecek, adları bile kalmayacak. Her şey yapay ışık, yapay enerji ile dolu altyapıya dönüşecek. Parlak üstyapı, çılgın dikeylik yok olacak. New York yatay parçalanmanın ve onun ardından gelen yeraltı patlamasının gerçekleşmesinden önce bu barok dikeyliğin, bu merkezkaç tuhaflığın son sınırıdır.”(4) Yıldızsal Amerika'nın güç oyununda otomobiller yatay olarak, uçaklar yüksekten, televizyon elektronik yönden, çöller jeolojik açıdan, stereolitik olarak megalopoller etkilidirler. Tüm dünya için güç müzesi Amerika, “Açık saçıklığın neşesi, apaçıklığın açık saçıklığı, gücün apacıklığı, simülasyonun gücü”dür.(5) Evet simülasyonun; hiper gerçekliğin gücü. Ne bir düş ne de bir gerçeklik, başlangıcından beri gerçekleşmiş gibi yaşanmış bir ütopya; hiper gerçekliğin en güzel örneği bir ülke. Üç boyutlu bir düş; dev bir hologram Amerika, kurgusal evreniyle egemendir. Bu hologramda bir ışık demeti etkiyi ve gerçekliği sağlamaktadır. Işık demeti yok olursa ne etki kalır ne de gerçeklik. Işık demişken binalardaki ışığa da değinmeli; çünkü Amerikalıların en büyük korkularından biri, bütün gece evlerinde yanan ışıklarının sönmesidir. Düşünün ki, otoyollarda gündüz bile arabaların farları yakılmaktadır. Çok yüksek binalarının ışıl ışıl olduğunu bilmeyen var mıdır? Işıkla, mimarinin yokluğunu aydınlatan, Hollywood'la anılan bir diğer kent Los Angeles. Dinlenilmeyen, teknik sürecin durmadığı, kesintisiz bir işleyiş Los Angeles'ın yanı sıra tüm Amerika'da görülmekte. Yirmi dört saat kolektif olarak yapılan diğer bir kesintisiz eylem de bir birleşme, bütünleşme yeri olan otoyollarda araba kullanmaktır. Bu ülkede trafik dramatik bir gösteri, simgesel bir organizasyon düzeyine ulaşmıştır. “Amerika içinde arabayla on bin mil yol yaparsanız, bu ülke hakkında sosyoloji ya da siyasal bilimler enstitülerinde öğreneceğiniz şeylerin daha fazlasını öğrenirsiniz.”(6) Amerika'da her şeye inanılır ve inandırılmaya çalışılır Her şeyde başarma saplantısı içinde olan Amerikalılar, aşırı ilgi gösterdikleri bedenlerini de bir saplantı haline dönüştürmektedirler. Burada önemli olan ne beden olmak ne de bir bedene sahip olmaktır, bedenine takılı olmaktır. Bu takılı hazcılık, her şeyin anahtarıdır. Bir diğer saplantı da kendi beynine; bilgisayara takılı olma. İnsanlar bilgisayarın karşısında kendi beyinlerinin işlemini izlemektedirler. Baudrillard bu konuda, bir üniversite öğretim üyesi ile okulda öğrenci olan bir çocuğu örnek olarak gösterir. Durmadan bilgisayarıyla düzeltme, değişiklik yaparak uğraşan öğretim üyesi, bu durumu adeta bitmez bir ruhsal çözümlemeye dönüştürdüğü geri beslemeyle her şeyi belleğe yüklemektedir. Okulda bilgisayar önündeki çocuğun da, bir etkileşim içinde dünyaya açıldığı zannedilir. Aslında burada başarılan bir çocuk-makine entegre devresi oluşturulmasıdır. Sarhoş eden bilgisayar ekranında kişiler, kendi üstlerine takılı olurlar, kendi kendilerine gönderme yaparlar. “Bu dairesel takılma olmadan; bir beynin bir nesnenin, bir olayın, bir konuşmanın kendi kendilerine takılarak yarattıkları bu kısa ve anlık ağ olmadan, bu sürekli video olmadan bugün hiçbir şeyin anlamı yok. Video evresi ayna evresinin yerine geçti.” (8) Baudrillard, ayna evresi derken yapısalcı Fransız psikiyatr ve psikanalist Jacques Lacan'ın ayna evresine (stade de miroir) gönderme yapmaktadır.(9) İnanmış insanlardan oluşan Amerika'da her şeye inanılır ve tüm dünya da buna inandırılmaya çalışılır, tarihleri gibi… Bu saflıkta dili ve karakterleri de basittir. Aşk cinayetlerinin olmadığı bu ülkede ırza geçmeler ve seri cinayetler yaygındır. Cinsel özgürlük derecesi ile orantılı olarak ırza geçmelerin sayısı artmaktadır. Özgürlük demişken, burada özgürlük anlayışı yarışmada ve çekişmede kendini gösterir. Günümüz kuşağının kahramanları, haz duymadan daha da önemli olan farklılık oyunuyla çıkarak cinsiyetle oynamaktalar. Ne erkek, ne kadın ne de eşcinsel. Cinsiyetler karıştırılarak yeni idoller ortaya çıkmakta. Baudrillard'ın ilerisi için öngörüsü; kendi kendilerine gönderme yapan ne erkek ne de dişi olan kişilerin, özerk bir firma yönetir gibi kendilerini yöneterek bireysel ilişkileri yayacaklarıdır. “İş yaşamında, duygusal yaşamda, girişimlerde ya da eğlencelerde herkes kendine en uygun olan programı geliştirmeye çalışacaktır. Herkesin kendi kodu, kendi formülü olacaktır. Ama aynı zamanda herkesin kendi look'u,(10) kendi imajı da olacaktır. Öyleyse kalıtımsal look gibi bir şey mi elde edeceğiz?”(11) Amerikalının kafasında mekân geniştir Mekânın büyüleyiciliği... Hem ultra modern hem de ilkel, vahşi de olabilen, dikeyliğiyle görkemli binalar. Gözle görülen mekânın genişliğinden öte Amerikalının kafasında mekân geniştir. Bu genişlikte dünyanın serüveninin, kültürünün toplandığı müzeler. Gücün simgesi Beyaz Saray da bir müze gibidir. Ve bankalar da kentlerin anıtsal merkezlerini oluşturmaktadır; çünkü Amerika'da para nakit olarak taşınmaz. Ülkemizdeki yastık altı ritüeli onlara hangi çağı hatırlatır acaba? Hangi çağı hatırlatırsa hatırlatsın burası metropoller de dahil ilkel bir toplumun izlerini taşımaktadır. Biyo, sosyo, stereo, video gibi hepsi ilkel durumda gelişen teknolojiler, medya tam bir simülasyondur. Amerikanın en etkili silahlarından biri olan sinema aslında salonlarda değil dışarıda, sokaklarında, her yerdedir. Dolaştığınız çöl sanki bir kovboy film dekorudur, metropoller de bir gösterge. Bu ülkede sinemanın Universal, Paramount gibi ünlü stüdyolarında olduğu düşünülürken, bu stüdyolarda sinema düşünün yozlaşması, alaya alınması sunulmaktadır. Ünlü olmak dendiğindeyse pop art akımın temsilcisi Andy Warhol'un sözü geçerlidir: “Bu ülkede herkes en aşağı on dakika ünlü oluyor ya da ünlü olacaktır.”(13) Kişiler, hayranlık duydukları, tapındıkları yıldızlardan sihirlenerek saf hayallerde buluşmaktadırlar. Seri bir şekilde üretilerek tüketime sunulmuş, gösterişli yıldızlar (ünlüler), yaşama, aşka dair kullanıla kullanıla anlam özelliğini yitirmiş konuların tekrarının ışıldayan yapay bireşimleridir. Baudrillard, teknoloji, doğal kaynak ve silahlardan ziyade ütopyanın gerçekleştiği yer olarak tanımladığı Amerika'nın, dünyanın merkezinde oldukları ve örnek teşkil ettiklerine dair saf kanılarına dair şöyle demektedir: “Çekilmez denebilecek bir saflıkla, başkalarının düşledikleri şeyleri –adalet, bolluk, hak, zenginlik, özgünlük– gerçekleştirdiği düşüncesi içinde bir toplum gibi inanılmaz bir varsayıma dayanıyor. Bu toplum bunu biliyor, buna inanıyor ve sonunda başka toplumlar da buna inanıyorlar.”(14) Acı çektirdiklerini de büyüleyen bu kültür, sinemayla düşsel bir biçimde benimsenmektedir. Mekân ve yaşam biçimi sinemaya uygundur. Bu ülkede bir yanı vahşi olan sinema gerçektir; yaşam, sinemadır. Kimlik sorunu olmayan Amerika Otomobilin tek kültür ve tek devingen öğe olduğu bir ülkede, otomatik vitesli arabalarında müşterilerine servis yapan restoranlar, sinemalar, bankalar… Arabaların içinde yaşanan bir hayattır, ölümdür, aşktır. Ne çok ilgi çekerdi arabadan sinema izlenmesi… Belki de ilgi çeken ne araba ne de sinemaydı(!) Kimlik sorunu olmayan Amerika, sürgün ve coğrafi, zihinsel kopukluğun yaşandığı göç ile oluşan bir ülke olduğu için atalardan kalma toprak kavramını da barındırmaz. Göstergelerin daima güncelliği içinde yaşanır; çünkü zamanla ilgili bir ilk birikimi yoktur. Kendilerine ayrılmış, sınırlı yerlerde yaşayan Kızılderililer, müzelerdeki tablolarla eşdeğerdir. Bir kısmına değindiğim kitabında Baudrillard, Amerika'nın yanı sıra Avrupa kültürüne de yer vermekte. Yer vermekten öte aralarındaki hesaplaşmaya farklı bir boyut getirmekte. Bu boyut yukarıda da belirtildiği üzere, Amerika'yı Amerika'da anlamanın gerekliliğidir. Kitapta da yer alan hesaplaşma boyutunda Baudrillard'ın Avrupa üzerine görüşlerine başka bir arkadaşın değinmesini ve buluşmayı dilerim. Ben yazıda o görüşlere hiç yer vermedim; ancak yıllar öncesine, doksanlı yılların başında; üniversite yıllarıma gittiğimde, Oğuz Adanır hocamızın Baudrillard'dan aktardığı sözleri hâlâ aklımda. Avrupa'da sistem iflas etmiş ve çökmüştür. Artık gelişmişliği ve evrensel ilkeleri ile örnek bir model olamayıp treni kaçırmıştır. Treni kaçırmayanlarsa üçüncü dünya ülkeleridir. * Yazının başında en yalın haliyle tanımlanan “simülasyon” kavramını kapsamlı olarak okumak isteyenler için Oğuz Adanır'ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler adlı kitabı önerilir. Son olarak, Hayal Et Kitap tarafından sinema/eleştiri alanında 2008 yılında yayınlanmıştır. Dipnotlar: ~~~ |

