MaviMelek
"Benim dilim çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumuşaklığına, dalgalanışına ulaşmalı." Gece / Bilge Karasu

[Gündem]"Bilge Karasu Sempozyumu" | Tuğçe Ayteş

Bilge Karasu

"ÖYKÜNÜN NE OLDUĞUNU DEĞİL KENDİSİNİ ARIYORUM"

13-14 Aralık 2010 tarihlerinde Ankara'da, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi'nde "Bilge Karasu Sempozyumu" düzenlendi. 46. sayısında Bilge Karasu'yu dosya konusu olarak ele alan MaviMelek ekibi de bu sempozyuma davetliydi. Ekibi temsilen yollara düştüm. Orada bulunmak, bildirileri ve söyleşileri bizzat dinlemek, edebiyatımızın eşsiz, çok yönlü yazarlarından biri hakkında yepyeni şeyler öğrenmek… Anlatmak bu anların değerini ne kadar yansıtabilir bilinmez, ama ayrıntıları mümkün olduğunca aktarmaya çalışacağım.

13 Aralık 2010 Pazartesi - Açılış konuşması

Talat Sait Halman: “Bilge'nin sanatı bir 'Gece Kılavuzu'dur.”

Açılış konuşmasını, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü'nün ve Türk Edebiyatı Merkezi'nin başkanı Prof Dr. Talât Sait Halman yaptı. (Sayın Talât Halman'ın da sayfalar dolduracak bir hayatı var, ama Bilge Karasu'ya odaklanmak adına, Türkiye'nin ilk kültür bakanı olduğundan ve Shakespeare çevirileri bulunduğundan bahsetmekle yetinelim.) Talât Halman, Bilge Karasu'nun önemli bir yazar olacağını ta 1951 yılında sezmiş. O sırada Bilge Karasu, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde okuyormuş. “Yirmi bir yaşında, on parmağında on sanat, kafasında kütüphane.” Türkçe, İngilizce, Fransızca, (annesinden) Rumca, (babasından) İspanyolca, İtalyanca, Almanca… Sekiz dilin yanına bir de Japonca eklemiş ama bülbül gibi değil diye üzülüyormuş. Talât Halman'ın sonradan tesadüfen öğrendiği üzere, bir büyük elçiye Fransızca da öğretmiş. Yirmi bir yaşında klasikleri, 20. yüzyıl edebiyatını hatmetmiş. Talât Halman, o sırada bunları onun kadar bilen beş kişinin ancak olabileceğini söyledi. Dante, Picasso, Goethe, Bach… Bilge Karasu hakkında ilginç ayrıntılardan biri de (daha sonra başka dostları da bahsedecek) piyanist yönü; istese piyano virtüözü olabilirmiş. Ama o, tercihini edebiyattan yana kullanmış.

Talât Sait HalmanBilge Karasu, kariyerinin başında sanat eleştirileri, özellikle resim alanında yazılar da yazmış. Talât Halman'ın deyişiyle “aydınlar aydını, tek başına aydınlanma çağı.” Talât Halman, Bilge Karasu'yu edebiyatımızın Proust'u, Kavafis'i olarak tanımladı. Bilge Karasu özün özünü yazarmış. Aynı Flaubert gibi. Bir öykü üstüne bir iki yıl çalıştığı olurmuş. Bilge Karasu'nun Gece yapıtına verilen Pegasus Edebiyat Ödülü'nde fahri başkanmış Talât Halman. Jüride Doğan Hızlan, Hulki Aktunç, Selim İleri de var. On yıl içinde yayımlanmış, çevrilmemiş düzinelerce roman arasından seçilmiş Gece. Aslında Gece ve Kılavuz arasında kalmışlar. Talât Halman dedi ki: “Bilge'nin sanatı bir ‘Gece Kılavuzu'dur.” O zamanların en dolgun ödülüymüş Pegasus. Para ödülü, iki ülkede tören ve ABD'de bir gezi. Çeviriyi Güneri Gün, Night adıyla yaptı. Bilge Karasu'nun çeviriye epeyce müdahale ettiği biliniyor. Talât Halman “Kimi haklı kimi haksız düzeltiler,” dedi. Bilge Karasu “Düzeltiler olmazsa yayınlatmam,” diye bastırınca çevirmen kabul etmek zorunda kalmış, ama “Benim çevirim değil,” diye de belirtmiş. “Bilge çeviriye göz attığında Türkçenin yetersizliğini gördü galiba,” diye ekledi Talât Halman. ABD'de ilgi görmemiş Gece. “Dünyaya açılamadığı için muhtemelen düş kırıklığı yaşadı… Ölümünden sonra kitapları başka dillere çevrildi ve Fransa'da üne kavuştu.” Talât Halman, Bilge Karasu'nun altmış beş yaşındaki ölümünü erken diye nitelendiriyor; çünkü kafası ve dili hâlâ dinçmiş o sıralarda. Talât Halman, daha önce dile getirdiğinde tartışma yaratan bir düşüncesini de paylaştı: “Bilge'nin tüm ömrünü Türkiye'de geçirip yalnızca Türkçe yazması yazık olmuştur. Fransa'ya, İngiltere'ye, ABD'ye yerleşseydi büyük ün kazanabilirdi. Fransızca, İngilizce dışında İspanyolca ve İtalyanca da yazabilirdi.” Bilge Karasu, çekingenliğine rağmen çok güzel konuşmalar da yapabiliyormuş. Taşınmamasının asıl nedeni annesi Madam Aspasya. “Onu bırakıp gidemem,” diyormuş. Talât Halman “Yoksa Nabokov gibi üç dört dilde eser verebilirdi,” diyerek noktaladı konuşmasını.

Aron AjiBaş konuşma:
Aron Aji: “Çevirinin de yırtılıverdiği yer”

Baş konuşmacı, Bilge Karasu'nun eserlerini İngilizceye çeviren, sempozyuma ABD'den katılan Aron Aji'ydi. Aron Aji, Bilge Karasu'nun ilk olarak Göçmüş Kediler Bahçesi yapıtını çevirmiş The Garden of the Departed Cats adıyla. Bu çeviri ona 2006 yılında USA Translation Award'u (ABD Çeviri Ödülü) getirmiş. Death in Troy adıyla Troya'da Ölüm Vardı da Aron Aji'nin Bilge Karasu'dan ikinci çevirisi. Üçüncü çeviri Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nın da yolda olduğunu muştuladı Aron Aji. Talât Halman'ın konuşmasında değindiği üzere, Aron Aji çeviri hayatına Bilge Karasu'yla başlamış. Bilge Karasu'yu bizzat tanıyamamış. Esprili bir dille bunun hem iyi hem de kötü olduğunu belirtti. Kötü olan, onun gibi bir insanla tanışamaması tabii. İyi yanıysa, Gece romanının çevirmeninin yaşadıklarını yaşamaması. Aron Aji, Bilge Karasu'yu şöyle anlatıyor: Konular eklektik/kozmopolit, sosyopolitik yönden çalkantılı 70-80'li yıllarda yazılmasına rağmen edebi bir dil, Borges, Kafka ve Calvino'yla benzerlikler var, felsefi, 20. yüzyıl akımlarından haberdar. Aron Aji, Bilge Karasu'nun kurgusunu gerçeküstü vb klasik terimler yerine “gerçek-ardı, derin-gerçekçilik” olarak tanımladı. “Düşünsel ve duygusal olgulara dil yaratma… Yenilikçi olanakları özgün bir üsluba çevirme.” Hal böyle olunca Aron Aji, “çevirmenlikten çok edebiyat eleştirmeni çözümlemesi” yapmak durumunda kalmış. Aron Aji, Bilge Karasu'nun üçüncü kitabı olan Göçmüş Kediler Bahçesi'ni “ölümlülüğün felsefi açılımlarının farklı bakış açılarından” anlatılması olarak yorumladı. Ona göre, kitap altıncı öyküden itibaren giderek karamsarlaşır; zaman dilimleri ölçüşür; öyküler birbirine yön verir; kurgu tekniği tutarlıdır; öyküler nadiren yazılış sırasına uyar (en son birinci, onuncu ve on üçüncü öyküleri tamamlamış); her bir öykü keskin bir öz farkındalığa sahiptir; kitap ölüme meydan okurcasına uzar. “Karasu'yu çevirmek dört duvarı aynalı bir oda…” diyor Aron Aji, “Çevirmen için hem heveslendirici hem de ürkütücü.” O yüzden kendine dört ihtiyati yol belirlemiş. Birincisi, kaynak metin, kendi çeviri normlarına öncülük etmeli. İkincisi, metnin kendi formuna uygun olmalı, eski (arkaik) kelimelerden kaçınılmalı. Üçüncüsü, Bilge Karasu'ya özgü nitelikler göz önünde bulundurulmalı. Dördüncüsü de, Bilge Karasu'nun yeni bir yapıt olduğu, İngilizcede hissettirilmeli. Karasu'nun diline bağlı olmak üç düzlemde gerçekleşiyor: kaynak metin (text), bağlam (context), metinler arası (intertextual). Sonra bilinmeze güvenebilmek gerekiyor, yani metinde gelişen açıklamanın açıklamasına sadık kalmak, dışarıdan gelen etkileri sınırlamak. Aron Aji, çeviride “yabancılık” olabileceğini ama “yabancılaştırmadan” mümkün mertebe uzak durulması gerektiğini söyledi.

En sonunda da (Bilge Karasu'nun “Masalın da Yırtılıverdiği Yer” öyküsüne ithafen), “çevirinin de yırtılıverdiği yer”. Talât Halman'ın belirttiği üzere, Bilge Karasu'nun Gece çevirisine müdahale nedenleri arasında Türkçenin yetersizliğini görmesi gösterilir. Aron Aji, “çevirinin de yırtılıverdiği yer”de İngilizceyle Türkçe arasında bu konuyu açıklayabilecek bir farka değindi: İngilizcenin kelime sayısı neredeyse bir milyon. Bu da, hemen her şeye bir karşılık olması, sözcük anlamlarının indirgenmesi, sığlaşması demek. Türkçedeyse, sözcüklerdeki çok anlamlılık, dile edebi bir zenginlik verir. Bu hususta Aron Aji, “İngilizcenin sağduyulu somut kesinliğine muallaklık katıp esnetme” yoluna gitmiş. Aron Aji, “yakınlaşmanın uzaklaştırıcılığı” gibi bir söz öbeğini İngilizceye çevirirken denediği ihtimallerden, halk dilindeki sözcüklerin çevirisinin zorluğundan bahsederek son verdi konuşmasına, bir de “alsemender” gibi Bilge Karasu'nun kendi türettiği kelimeleri unutmamalı tabii ki.

Doğan HızlanBirinci oturum:
Doğan Hızlan: “Her yeni okumada bambaşka anlamlar”

İlk oturumun başkanı, Bilkent Üniversitesi öğretim görevlisi Laurent Mignon'un “'50 Kuşağı yazarlarından” diye takdim ettiği Doğan Hızlan çıktı kürsüye ve “Bilge Karasu Niçin Önemlidir?” sorusuyla başladı konuşmasına. “Bir okur böyle olmalıdır demiyor. Çok dolaylı yargıları var. Net ama dolaylı.” Doğan Hızlan'a göre, Bilge Karasu açıkça söylemese de nasıl eserlerine kendi aylarca, yıllarca hazırlık yapıyorsa okurun da öyle bir ön hazırlığa girmesi gerektiğini sezdiriyor. Doğan Hızlan şöyle ekledi: “Hakkında yazdığı öykücülerin de yeniden tanımayı sağladı ve başka öykücülerden kendi öyküsünün izlerini verdi… [Bu eleştirilerin] hiçbirinde kırıcı üslup, aşağılayıcı bir yargılama yoktur… Sinirlense de, kızsa da, karşısındakinin cehaletini görse de imalarla, simgelerle bunu anlatmaya çalışıyor.” Ayrıca “Herkes en iyi bildiği dilin anadili olduğunu zanneder, sözlüğe bakmaz,” deyip Bilge Karasu'nun bir sözünü alıntıladı: “Kendi dilimiz yahu, onu mu bilemeyeceğiz deyip onu bilmeyiz.” Doğan Hızlan için Bilge Karasu yazını “olağanüstü bir çeşitleme.” Bundan sonra bir soru daha sordu Doğan Hızlan: “Yeni nedir?” Ona göre, yeniye üç türlü tepki var: yeniyi öğrenmekten korkup geri duranlar, çekiştirmeye girişenler ve gelen yeniliklerdeki yenilikleri anlamak için kendini de yenilemeye ihtiyaç duyanlar. Yeniye karşı genelde de yüzeysel davranılır. Belki de bu yüzden, “kaba gerçekçiliğe alışıldığı için Gece güme git[miş].” Doğan Hızlan da Bilge Karasu'nun konuşmalarının bir kapıyı açarken aslında birçok kapıyı da açtığına değindi Talât Halman gibi. “Bilge Karasu'nun birçok anlatımı yalın ama basitlikle karıştırılmamalı,” diye de uyardı. Doğan Hızlan, yazarımız hakkındaki önemli bir tespitini de paylaştı: “Bilge Karasu'nun, Batı'dan alınmış hiçbir kaynağı taklit ya da ithal duygusu vermez. İkisi birleşip dünya simgesine dönüşür.” Örneğin mitoloji, Bilge Karasu'da halk efsanesine kadar iner. Bahsedildiği gibi kendi de eleştiri yazıları yazan Bilge Karasu, zamanında yayınlanması için Nurullah Ataç'a bir öykü yollar. “Çocuk çıkardı çişini yaptı” cümlesi yüzünden Ataç, öyküyü başka dergiye yollamasını söyler. Zira “edebiyat edepli olmalıdır gerçeği var kurumsal dergilerde.” Bu arada, hem kendi yazdıklarında hem de çevirilerinde fazlasıyla titiz davranan Bilge Karasu'nun yazım ve çeviri dilleri arasında farklılık var. Doğan Hızlan ayrıca, Bilge Karasu metinlerinde kırk yıl sonra bile “her yeni okumada bambaşka anlamlar” keşfettiğini, “bir betimlemenin ustaca nasıl yapıldığına” şahit olduğunu, “yazma tekniğinde çok modern bir teknik” kullanıldığını da vurguladı. “Bir yazar ilk cümlede ne anlatacağını söylemeli,” diye ekledi. Bilge Karasu'yu bu açıdan da çok başarılı bulduğunu belirtti.

Her okumada yeni anlamlar keşfettiren yalın ama yoğun bu eserlerde doğal olarak “her okur imgelere, göstergelere farklı anlamlar yükleyecektir.” Doğan Hızlan, bu açıdan Bilge Karasu'nun eserlerini “bir bestenin çeşitlemesi”ne benzetti. (Müziksel dilden oturumun ikinci günü ayrıntılı olarak bahsedildi.) “Bilge Karasu metinlerinde birçok kelimeyi, kavramı yeniden, ilk kez okuyormuş izlenimi” yakalandığını da ekledi. Doğan Hızlan son olarak Bilge Karasu'nun yapıtlarındaki “örtülü erotizm”e (dergiye alınmamasına neden olan cümle düşünülünce homoseksüel aşkın nasıl karşılanacağını tahmin etmek zor değil) ve “felsefenin, düşünmenin gerektiği ama bunu edebiyat kimliğinde gösterme koşulu”na da değindi. Doğan Alain MascarauHızlan konuşmasını şöyle noktaladı: “Okuması zor değil ama sizin de çok kolay olmamanız şartıyla.”

Alain Mascarau: "Başka dillerin tercih edilmesiyle derinleşen mektuplar"

Fransız edebiyatı uzmanı Alain Mascarau, Bilge Karasu ve Jean Ginolu arasındaki mektuplaşmalara değindi. Bilge Karasu, 1963 Temmuzu'nda ressam Jean Ginolu'yla ve onun hayat arkadaşıyla tanışmış. Bu tanışma, Bilge Karasu'nun ölümüne değin sürecek bir arkadaşlığın başlangıcı olmuş. Jean Ginolu, konuları çok çeşitli yaklaşık üç yüz adet mektubu saklamış. Bilge Karasu başta mektupların yayımlanmasını istememiş ama Jean Ginolu on yıl sonra yayımlanmalarına karar vermiş. Alain Mascarou, “okuyucu açısından bir değer taşıması düşünülmemiş ama yazar hakkında katma değer bulunuyor,” dedi. Başka dillerin tercih edilmesiyle derinleşen mektuplarda, Bilge Karasu'nun yabancı dildeki sözcüklerle oynamaktan çok hoşlandığı, dil oyunlarıyla stil alıştırmaları yaptığı da dikkat çeken özelliklerden.

Mektuplarda Kısmet Büfe'sinden alıntılardan annesinin demans nöbetlerine kadar pek çok ayrıntının bulunduğunu belirtti Alain Mascarou. Bir Alman besteciyle bestelediği bir opera, bir koro çalışması da bu ayrıntılar arasında. Bilge Karasu tarafındaki mektuplarsa yok, attı mı sakladı mı bilinmiyor. Alain Mascarou son olarak Bilge Karasu'nun mektupların yayınlanmasına dair değişen yaklaşımından bahsetti: İlkin özel bir şey olduğu, sonra seçki yayınlanabileceği, nihayetinde de iki taraflı olması kaydıyla bir kısmının yayınlanabileceği.

Burcu Çetin - Müge Gürsoy Sökmenİkinci oturum:
Burcu Çetin: “İmgeler gerçekliğimiz.”

Müge Gürsoy Sökmen'in yönettiği oturumun ilk konuşmacısı Burcu Çetin, Sazandere'de Bilge Karasu adlı bildirisini sundu. Burcu Çetin, Bilge Karasu'da “imgeler kuramı”na yoğunlaştı. İmge, diğer bir deyişle yapıntı, “anlamlandırıcı çerçeveler.” Yani “imgeler gerçekliğimiz.” Yaşam da “daha küçük yapıntılardan büyük bir yapıntı.” Burcu Çetin diyor ki: “Yaşayabilmek, bu imgeleri düzenlemek, değiştirmekle mümkün.” İmgeler, “sürekli hareket halinde”dir, “kişinin değişen bakışına uyarlanır”, “tükenmez, tüketilemez”, “bozma, yeniden kurma süreci”dir. “İmgenin nasıl okunması gerektiği metnin okunmasını etkiler. Birbirinden farklı okumalar sağlar. Metni zenginleştirir.” Burcu Çetin'in “imgenin sabitlenemezliği” konusunda örneği, Bilge Karasu'nun “Avından El Alan” öyküsü. Burada Burcu Çetin, Derrida'nın “saçılma, anlam genişlemesini” temel alıyor. “İmge, anlamını değiştiren farklı biçimlerde okunabilir.” Mesela Bilge Karasu metinlerinde kedi olumlu olumsuz birkaç rolde karşımıza çıkar. “Avından El Alan”daki “genişleyen imge anlayışı” Escher'in tablolarındaki “sonsuzluğa/sonsuza düşüş”e benzer, “iki aynanın arasındaki sonsuz görüntü” misali.

“Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam”da Sazandere'ye gitmekte kararlı bir adam var. Burada Sazandere'nin yorumu tabii ki öznel. Aynı şekilde “deniz” de dirim anlamına gelebildiği gibi, yer yer ölümü de temsil eder. Burcu Çetin, Bilge Karasu'nun tavrını kesinliği ideolojinin dili olarak tanımlayan ve aşkın gösterilenin yokluğunu ileri süren Derrida'ya yakın bulduğunu ifade etti.

Levent Kavas - Müge Gürsoy Sökmen Levent Kavas: “Başka başka seslerin, anlatıların birlikte gittiği metinler”

Çevirmen, şair, yazar Levent Kavas, Bilge Karasu'nun “Geviş Getiren Ağırbaşlı Bir Yazar” olduğu görüşünden yola çıktı. (Yoğun ve ayrıntılı bir bildiriydi, burada ancak genel bir özeti verildi.) Bilge Karasu metinlerinde birkaç geviş çeşidi olduğunu ileri sürdü. Birincisi “anan geviş”, yani anlakla bitmemiş, söyleyen geviş. İkincisi “görüleyen geviş”, yani başkalaştıran, ayraca alan, yalıtan, indirgeyen, tanımlar düzeyindeki geviş (Altı Ay Bir Güz'de “yırtılmayacak kâğıt zarf”). Üçüncüsü “anımsayan geviş”; bu geviş, söylem düzeyinin ötesinde veya hemen berisinde ama söyleme sızar. Dördüncüsü “Ölçünme gevişi” ki o da ikiye ayrılır. “Yazı ölçünmesi”, Lağımlarası Beyoğlu'ndaki gibi, yazanın ne yaptığından, nasıl yaptığından, ilişkilerinden bahsettiği üst yazıdır. “Anlatı ölçünmesi”, “İnsanlar Kitabı”nın ikincisindeki gibi, yazının değil anlatının kurgulanışına ilişkin. Dördüncüsü “İkircik gevişi” de, “Avından El Alan”daki gibi bir “yapıntı ölçünmesi”, “ne olabilirlik koşullu soru”. Beşincisi “eşlikçi geviş”, yani en yakın “Ada” ve “Tepe” öykülerinde görülen “almaşık biçimler”, “başka başka seslerin, anlatıların birlikte gittiği metinler”. Altıncı ve sonuncusu da “söz gevişi”, yani ayrı ayrı neyin söylenmeye çalıştığını düşünmeye zorlayan geviş. Levent Kavas, konuşmasını şöyle noktaladı: “Bilge Karasu'nun her şeyini bir araya getirmeliyiz.”

Tansu Açık - Müge Gürsoy SökmenTansu Açık: “Çok sesli musiki”yi andıran görsellik

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim görevlilerinden Tansu Açık, “A'dan C'ye Bilge Karasu” başlıklı bildirisine başlamadan önce, Levent Kavas'ın geviş tespitine katılmadığını, hatta Bilge Karasu'da tam tersi bir sıkışıklık, yoğunluk gördüğünü ifade etti. Başlarken de özgürlüğün yenilikle karıştırılmaması gerektiğini, ikisinin ille de çakışmadığını belirtti. Bilge Karasu'nun yeniyle ilgili denemesiniyse “el yordamıyla, gönül yordamıyla atılmış adımlar” olarak nitelendirdi. Tansu Açık'a göre Bilge Karasu “aynı göndermeceli öğeyi birden fazla kullanmayan bir yazar.” Anlatının A'sındaki unsurlara anlatıcının niteliği ve bakış açısı dahil. Tansu Açık burada, Türk Dili Dergisi'nin “Öykü Nedir?” sorusuna Bilge Karasu'nun yanıtını aktardı: “Öykünün ne olduğunu değil kendisini arıyorum. Verdiğim yanıt, yazdığım metinler.” Tansu Açık Bilge Karasu öyküleri için “öyküler tek başına ele alındığında eksiksiz, tam ama birbirleriyle de bağlantılı,” dedi. Troya'da Ölüm Vardı'da, anlatıcıların anlatısını kesintiye uğratacak noktalama, büyük harf kullanılmadığını, anlatıcının iki tür imi aktardığını, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nın uzam metinleriyle almaşarak “Dutlar”ın enikonu bir sinema kurgusu olduğunu ekledi.

Ayrıca bu bildiride öğrendik ki Bilge Karasu, yazdıklarına daha sonra metin demekten vazgeçmiş. Yayınevi öykü demiş ama Bilge Karasu, göz yazıları/görsel yazılar olarak adlandırmış. Tansu Açık, Bilge Karasu'nun Türkçede uzun cümle engelini nasıl aştığını da anlattı. “Avrupa dillerinde eylem en başta, yan cümleler sona eklenir bağlaçlarla. Türkçe, arka arkaya sıralamayı kaldırmaz. Bilge Karasu, bu sorunu yüklemi sonda tekrarlayarak çözüyor.” Bilge Karasu'nun Kısmet Büfesi'de denediği “çok sesli musiki”yi andıran görselliğin, Behçet Necatigil'in üç sütunlu şiirlerine benzerliğini örnek gösterdi Tansu Açık. Bilge Karasu hakkında ilginç bir ayrıntı da şöyle: Haluk Aker'le söyleşisinde üç ciltlik bir roman yazmayı planladığını söylemiş. Tansu Açık, bildirisini zaman kısıtlılığından dolayı A'da bırakmak zorunda kaldı.

Berna Yıldırım - Müge Gürsoy SökmenBerna Yıldırım: “Sarmallarla baş döndürücü uçurumlar”

Diğer bildiriler gibi ilginç olan başka bir bildiri de, Bilge Karasu'nun asistanlığını yapmış olan, Sakarya Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde Bilge Karasu'nun kendi yaratısı Metin Okuma Yazma derslerinin çeşitlemelerini veren Berna Yıldırım'ın “Bilge Karasu'da Özne”siydi. Berna Yıldırım, Ne Kitapsız Ne Kedisiz'le ve buradaki “özne inşası”yla başladı. Bu metni “kendine dönük mizahın çok güçlü olduğu bir metin,” diye tanımladı. Yazar Bilge Karasu ve okur Bilge Karasu ayrımına dikkat çekerek bildiride ikisi için “Karasular” demeyi tercih etti. Bilge Karasu'nun çocukluğundan beri oynadığı bir oyunmuş bu, gözetlenme oyunu. Gözetlendiğini hissetme durumunda, suçluluk sonradan oyuna dönüşür. Karasuların bu oyunun aktarılmasında yan/yarım cümleler, bölüm sayıları vb de yardımcı. Berna Yıldırım'a göre bu metinlerde “yalınlıktan söz edemeyiz.” Çünkü karmaşık karşıtlıklar söz konusu. Başta ikişer karşıtlık: okumayla yazma, yazarla okur. Sonra (aynı matematikteki kombinasyonlar gibi) okur okur, okur yazar, yazar yazar, yazar okur. Bu “tekerleme sonsuza dek uzatılabilir.” Ama Bilge Karasu, Mustafa Arslantunalı'yla söyleşisinde şöyle diyor: “Yazdıklarımı bulmaca olsun diye yazmam.” Metinlerde başka karşıtlıklar da var: av-avcı, gerçeklik-düş… Bu “sarmallarla baş döndürücü uçurumlar” yaratılır, “karşıtlar sarmalını soğurabilecek bir kara delik” meydana gelir. Bu da “ayrı ayrı metin çözümlemeleri gerektirir.” Bilge Karasu'da “düz ayak anlatımla karşılaşmayız.” Metinlerde “çift katlılık durumu”, “tek sesliliğin yadsıması” vardır.

Berna Yıldırım'a göre, “Karasu(lar)'da sadece parmağın gösterdiği yere değil parmağa da bakmak gerekir.” Ayrıca “Karasular'ın sadece anlatılarında değil denemelerinde de var çok katmanlılık”, başka bir deyişle “ana metnin çözümlü yazarından ayrılan bir ses.” Burada üçüncü bir karşıtlık çıkar karşımıza: anlatmayla dinleme. “Bakan göz anlatılanı dinlemektedir.” Berna Yıldırım, “yetiştirilecek yazı”nın bir daha, bir daha biçimlendirilmedikçe bitmiş sayılmayacağını belirtti. Biz'in ben'in örtmecesi değil sahiden bir çokluk, anlatanla anlayan olduğunu da ekledi. Bildirisini şöyle sonlandırdı: Karasuların ortak gücü/toplam gücü neyi, nasıl sonuna kadar bilmenin gücüdür.

Sazandere'de Bilge KarasuDostlar oturumu:

Bilge Karasu'nun eserlerine derinlemesine bakışlardan dostları, tanıdıkları, öğrencilerinin anılarına geldi sıra. Sıtkı Erinç'in yönettiği bu oturum, Bilge Karasu'nun yakın dostu olan, mektuplaşmaları Haluk'a Mektuplar adıyla yayımlanan şair ve eleştirmen Haluk Aker'in kısa mektubuyla başladı. Kavaklıdere'deki anılarına değinen Haluk Aker, Bilge Karasu'yu “sorularını yüksünmeden yanıtlayan” biri olarak tarif etti.

Sonra başka bir dostu olan Fred Stark'ın Açık Radyo'daki söyleşisi dinletildi. Fred Stark söyleşide, başta Gece'nin çevirmeni olacağını ama sonra değiştirildiğini söyledi. Ve başladı Bilge Karasu'yu anlatmaya: Çay kahve çok severmiş. Sigara çok içermiş. Son kedilerinden birinin adı Bibik. Hastaymış ve on yedi yaşındaymış. Fred Stark ekledi: “Çok yönlü bir insan. Klasik müziği deli gibi seviyordu. Piyanoyu çok seviyordu. (Gençliğinde yazarlıkla piyanistlik arasında kararsız kalmasına yine değinildi.)” Pop müziği pek sevmezmiş ama Fred Stark'ın kızı Linda'nın doğum gününde ona bir plak almış. Bir de bakmışlar Ajda Pekkan'ın Fransızca söylediği bir şarkı! (Muhtemelen Linda o sırada daha çocuk olduğu için klasik müzik yerine böyle bir tercih yapmış.)

Fred Stark'ın söyleşisinin ardından kürsüye kızı Linda çıktı. Bilge Karasu'yla evlere yürürlermiş, yürümeye bayılırmış. Konuşmaların çoğu pastanede geçermiş. Hatta insanın aya ilk inişini Filiz Pastanesi'ndeki bir televizyondan izlemişler. (Türkiye'ye siyah beyaz televizyon 1968 yılında geldiği için her evde yokmuş o sırada.) Ayrıca, Bilge Karasu'nun üzerinde çalıştığı işlerini evlerine getirip bunlar hakkında tartışırlarmış.

Sedat Örsel - Sıtkı Erinç“O kadar yeni ki bu şehir, bazı evlerden cenaze bile çıkmadı.”

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde medya yönetimi dersi veren Sedat Örsel de “öğretmeni” Bilge Karasu'yu anlattı. Bilge Karasu, televizyonu çok geç almış. Patates kızartması çok severmiş. Gece'nin çevirisinin Amerika'da algılanmamasına üzülmüş. “Kolay yara alan ve yarası da kapanmayan bir adam,” dedi onun için. Sedat Örsel, Bilge Karasu'nun Türkiye sınırlarında kalmasına dair bir özeleştiride bulundu: “Bilge çok iyi bir yüzücü ama biz ona sürekli kendine bir havuz yap ve onun içinde yüz dedik.” Sonra devam etti. “Her konudan bir parça bileceksiniz ama bazı konuları derinlemesine bileceksiniz,” klişesini söze kattı. Bilge Karasu buna uymuyormuş çünkü o, her konuyu derinlemesine biliyormuş! Bilge Karasu'nun başı migrenle beladaymış, o yüzden genelde hali hatırı sorulduğunda “kötü” yanıtını verirmiş. Bir de Bilge Karasu'yu görüntüleme meselesi var tabii. Doğan Hızlan ve başkaları, Bilge Karasu'yu kamera karşısına geçirmek için çok uğraşmış ama bir türlü çekime alamamışlar. “Benim metinlerim var, gerek yok,” demiş Bilge Karasu.

Gökten kediler köpekler yağıyor gibi çeviriler dolaşırken (“it's raining cats and dogs”un kelimesi kelimesine çevirisi) ve maddi sıkıntı içinde olmasına rağmen çeşitli çeviri işlerini almamış. (Çok titiz çalıştığı için çevirileri uzun sürede bitiriyormuş.) Shakespeare çevirisine “Benim işim değil,” demiş. Sedat Örsel onun senaryo yazmasını istemiş ama olmamış. Zamanında Anthony Burgess da ricası üstüne bir ayda Atilla senaryosu yazmış. Sedat Örsel'in bir önerisi var: Otomatik Portakal kitabıyla tanınan Burgess'ın Mozart & The Wolf Gang adlı kitabı Mozart ve Deyyuslar adıyla Türkçeye çevrilmiş. Bilge ve Kara Su adlı bir kitap niye olmasın? (Şahsi bir not: Bu başlığı parsellemek istiyorum.) Sedat Örsel'le Bilge Karasu, Pegasus Ödülü'nden alınan 7500 dolarla ne yapılabilir diye konuşmuşlar. Bilge Karasu'nun hayali Mersin'de bir ev almakmış ama gerçekleştirememiş. Bilge Karasu'nun parası olmamış. Sedat Örsel “Ya bir bilgisayarı olsaydı?” diye sordu. Daktilo, silgiler vb inanılmaz bir atmosferde çalışıyormuş. Parasızlıktan öte bir tercihmiş onunkisi. Zamanında TRT'de İspanyolca spikerliği yaparken işine son verilmiş. Sedat Örsel'e göre, Bilge Karasu TRT'ye çok fazlaydı. Onun spikerliğinin ne kadar değerli olduğuna değinmeden de edemedi. Yalnız Sedat Örsel, on beş yıldır uğraşmasına rağmen, Nilgün Sokak'a (Maltepe, Ankara) Bilge Karasu adı verdirememiş; çünkü Ankara'da “kent hafızası yok,” dedi. Bilge Karasu'nun da benzer bir ifadesi olmuş bu hususta: “O kadar yeni ki bu şehir, bazı evlerden cenaze bile çıkmadı.”

Yeniden Tansu Açık geçti masaya. Bilge Karasu'nun birkaç fotoğrafı internette bulunduğundan, Fransa'daki bir söyleşisinin kasetine ulaşıldığından bahsetti. Tansu Açık, Bilge Karasu'ya dair en net şunu hatırlıyor: otobüse yetişirken koşuşu, havada bir an asılı kalırcasına, bir kedi karaca gibi. Bilge Karasu, televizyonu 1985 yılında almış. Son nefesine kadar “cigara” içmiş. Kemoterapiden sonra eczaneye uğradıklarında eczacılar tuhaf baksa da sigaraya devam etmiş. Anıların dışında, Bilge Karasu'nun etkilendiği isimler de geçti. Biri Dumézil. Lévi-Strauss'un bütün yapıtlarını, yapısalcılığı takip etmiş. Umberto Eco'yu da. Onu besleyen kaynaklar arasında Bartes'ın eserleri, Mircea Eliade'ın Karşılaştırmalı Dinler Tarihi de var. Tansu Açık, “Temelden Pierce'tan alıp özel bir ders işlemesi vardı,” diyor. Bir de müjdesi var: Bilge Karasu'nun ders notları yayınlanacak.

Profesyonel fotoğrafçı yönetmeni ve Açık Radyo'da müzik programı yapımcısı olan Yıldırım Arıcı, herkesin hayatında “bir dönüm noktası, aydınlanma sürecinin başlangıcı, sonsuzluğun olanaklılığının açıldığını hissettiği” bir an olduğunu söylüyor. Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt'ündeki kapı eğretilemesi gibi. Göçmüş Kediler Bahçesi'yle aralanmış o kapı Yıldırım Arıcı için. Sosyolojiden felsefeye geçmiş. Şans bu ki Bilge Karasu onun danışman hocası olmuş sonrasında. Ioanna Kuçuradi, Oruç Aruoba ve Füsun Akatlı da o bölümdeymiş. (Bölüm değil tapınak demek daha doğru olur herhalde.) Bilge Karasu'nun verdiği dersler: Mantık I-II, Metin Okuma Yazma dersi (kendi icadı), yabancı dilde felsefe metinleri. Yıldırım Arıcı şöyle bir tespitle bitiriyor konuşmasını: 80'lerin başındaki politik kaos sırasında dil tek yaşanabilir şey. Türkçeye emperyalist dayatma, Türkçe'nin yetersizliği konusunu alt etmeye karşı Bilge Karasu'nun tavrı bilinçli muhtemelen.

Mustafa Arslantunalı - Sıtkı ErinçAy Çöreği isimli bir deneme kitabı bulunan Mustafa Arslantunalı, “Göçmüş Kediler Bahçesi 'ni yazan biri nasıl bu kadar ölçülü olabilir?” diye soranlara “Yazıyla hayat arasında o kadar uçurum yok,” yanıtını verdi. Bir gün Bilge Karasu, Mustafa Arslantunalı'ya “Niye yemek yapmayı öğrenmiyorsun?” diye sormuş. Mustafa Arslantunalı: “Daha önemli şeylere vakit kalsın diye.” Bilge Karasu: (gözlerini açarak) “Bundan daha önemli, daha temel ne olabilir?” Örnekten de anlaşıldığı üzere, Bilge Karasu “önem konusunda çay veya aşk, ayrım gözetmez”miş. Bu açıdan Mustafa Arslantunalı, Nurdan Gürbilek'in denemesindeki yoruma katılıyor: Arkaik malzemenin yanı sıra gündelik malzeme de var ama dümdüz söylenmez, çiçek dürbününden/kaleideskoptan bakılır gibi.

Ünlü bir cerrah, edebiyat eleştirmeni ve Bilge Karasu'nun tıp alanındaki akıl hocası Mustafa Şerif Onaran diyor ki: “Edebiyat, dili işleme hüneridir. En çok Bilge Karasu'ya yakışır… Bilge Karasu, yazıyı bekletir. Öyle bekletir ki yazı, kıvamını bulmalıdır.” Zamanında bir denemeyi zor koparmış ondan. Denemenin yayınlanacağı dergideki ön yazıları Ali Püsküllüoğlu yazarmış. Ama aksilik bu ki Bilge Karasu'nun yazısına ön yazı yazmayı unutmuş. Bilge Karasu'nun bu duruma kırılmış olabileceğini söyledi Mustafa Şerif Onaran. Bilge Karasu ve annesini şöyle anlattı: “Annesi Aspasya Karasu yaşlı ama kendine çekidüzen vermeyi ihmal etmeyen bir kadın… Maddi durumları iyi değildi ama kuruşu değerlendirmesini bilirdi.” Kedilerini de şöyle: “Bibik, kedi azmanıydı. İnsanın yüzüne insan Müge Gürsoy Sökmen - Sıtkı Erinçgibi bakardı. Bıyık el kadar, kırık bacaklı bir kedi.” Mustafa Şerif Onaran da Bilge Karasu'nun “mükemmeliyetçi bir yazar” olduğunda hemfikir.

Metis Yayınları Yayın Yönetmeni Müge Gürsoy Sökmen, Bilge Karasu'yu arayıp eserlerini basmak istediğini söylemiş. Bilge Karasu bir yıl sonra aramış. Sonra bütün kitaplarının telifini Metis Yayınları'na bırakmış. Müge Gürsoy Sökmen mutlu; çünkü Bilge Karasu, sağlığında bu kitapların tekrar tekrar baskı yaptığını görmüş. Müge Gürsoy Sökmen, Bilge Karasu'nun yurtdışında tanıtılmasının gerekliliğine parmak bastı. Ama bu konuda yabancı yayınevlerine de görev düşüyor. Çünkü “Anglosakson dünya, çeviriye %3 pay ayırıyor.”

Yıllardır zihninde bile Bilge Karasu çevirdiğini söyleyen Aron Aji de çevirileri gönüllü yapmış. Müge Gürsoy Sökmen'in elinde bir kitap vardı o sırada: Göçmüş Kediler Bahçesi'nin Ukrayna baskısı. Almancada Sevil Göktürk çevirisi Litara Turka'da yayımlanmış (Gece'nin da Almanca baskısı var). Romanya'da, Rusya'da, Rusya'da olunca (gösterildiği gibi) Ukrayna'da, ABD'de baskısı yapılmış. ABD'de basıldığı için Peru'da yayınlamaya hazırlanıyormuş. Bilge Karasu, adına bir ödül konuşmasını istememiş. Metis Yayınları da telif haklarıyla, edebiyat çeviribilim ve edebiyat tezlerine yer veren “Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Serisini” başlatmış anısına.

Pulat Tacar' - Sıtkı ErinçBu oturumun son konuşmacısı, UNESCO nezdinde büyükelçilik de yapmış olan Pulat Tacar'dı. Bize şöyle bir örnek anlattı: “Japonlar Fransa'da batmakta olan bir yayınevini alıp Japon eserlerini çeviriyorlar. 400-500 kitaptan sonra kâra geçiyor. Aynı yöntem uygulanabilir… Devletin fon ayırması gerekli.” O sırada öğrendik ki böyle bir edebi çeviri projesi halihazırda yürütülüyormuş ve Bilge Karasu da programa [alınmış/alınabilirmiş]. Pulat Tacar'ın da Bilge Karasu'yla hoş anıları var. Musevi olmasa da Bilge Karasu'yla aynı okula gitmiş çünkü öğrenim Fransızcaymış. Tepebaşı'ndaki konservatuara da gelmiş Bilge Karasu, Taksim'de oturuyormuş o sırada. Başka bir zaman da, bir Ege seyahatinde Bilge Karasu, Pulat Tacar'a Yunan kitabelerini okumuş. Amerika dönüşünde Paris'e uğrayıp Pulat Tacar'la görüşmüş. Birlikteyken Bilge'nin kökeninden bahsetmezlermiş. Bu konuda şunları söylüyor Pulat Tacar: “İzael Karaso kimliği, Bilge'nin Türk toplumu içindeki pozisyonunu belirledi. 12 Mart'ta muhtemelen bundan dolayı işine son verildi. O maaşa ihtiyacı vardı. Haksızlık gördü.” Bilge Karasu, Pulat Tacar'a Pully dermiş. Ona Polly diyen sadece üç kişi varmış, ikisi ölmüş, biri kalmış artık. Bilge Karasu ölümüne yakın çok zayıflamış. Ölmeden önceki temmuzda, susma sanatı hakkında konuşmuş kırk dakika kadar. Bu da onun “son ders”i olmuş.

Yazınsal Anlatı14 Aralık 2010 Salı

Birinci Oturum:

Tiyatro yazarı, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü başkanı Hasan Erkek mitoslar (uydurma sözler), ritüeller (sembolik eylemler), anlatımın öğeleri (kişi, uzam, zaman, eylem) ve anlatı türlerinden (yazınsal anlatı-roman, öykü vb, kişileri daha doğrudan gördüğümüz dramatik anlatı-tiyatro oyunu vb) sonra klasik dramatik yapı ve epik yapıdan bahsetti. Çünkü Hasan Erkek'e göre, Bilge Karasu'nun birçok anlatısında dramatik öğeler mevcut. Mesela Kısmet Büfesi'ndeki “Çeşitlemeli Korku”. Bunun dışında Bilge Karasu'nun bizzat oyun yazmışlığı da var: Aşk (1950, kısa metin), Sevilmek (1970, oyun). Çocuk oyunu da yazmış ama onun metnine ulaşılamamış maalesef. Peter Pan'i hem çevirip hem de radyoya uyarlamış Bilge Karasu. Radyodaki bir ses kaydını dinledik ama Müge Gürsoy Sökmen ve Bilge Karasu'yu bizzat tanımış diğer kişiler sesin ona ait olmadığı ve programda canlandırma yapıldığında hemfikir oldu.

Bilge Karasu için bir bestesi olan Mehmet Nemutlu, üç metnin iç içe olduğu “Avından El Alan” öyküsünü ve Kısmet Büfesi'ni, piyanoda sağ ve sol elin bir besteyi çalmasına benzetti. Mehmet Nemutlu'ya göre, Bilge Karasu metinlerinde belleğe olduğu kadar göze de iş düşer. Bilge Karasu, bu hususta müziğe de başvurur. (Genç yaşta piyanist olabilecekken yazarlığa geçtiği için bu şaşırtıcı değil aslında.) Yazıyla müzik arasında bağıntı kurarak sadece edebiyatçılara değil müzisyenlere de bir inceleme alanı açar. Bu müzikselliği parantez, italik, büyük küçük harfler, ses dizme vb ile sağlar. Yani bir tür koreografi hazırlar. Mehmet Nemutlu, Bilge Karasu'nun bir metninin müziksel okunmuş kaydını da dinletti. (Bu dinletiyi kaydettim: http://www.divshare.com/download/13638041-b98)

Yine Bilkent Üniversitesinden Neslihan Demirkol'sa Troya'da Ölüm Vardı'yı Müşfik'in öyküsü olarak yorumladı. “Galiba Bilge Karasu da Müşfik'in cazibesine kapılmış,” dedi. Bu açıdan Troya'da Ölüm Vardı'yı ikiye ayırdı: “Anahtar”ın sonuna kadar ve “Anahtar”dan sonra. Neslihan Demirkol'a göre, asıl büyük anahtar şu: “Müşfik her unuttuğunda hatırlamaktadır, unutamamaktadır.” Müşfik'in şu cümlesi bunu destekler nitelikte: “Ama benim için her şey geçti.”

“Tüm dil bir edebiyattan ibarettir”

Mimar Sinan Üniversitesi akademisyenlerinden Doğan Yaşat, Bilge Karasu'da Susku, Açıklık ve Hakikat'ı inceledi. Susku ve açıklık modern kavramlar. Heidegger, Adorno ve Benjamin gibi düşünürler hakikat üzerine fikir yürütmüşlerdir. Doğan Yaşat'a göre, “Hakikat, Bilge Karasu metinlerinin nihai ereği.” Heidegger, “Hakikat var olanın açıklığıdır,” der. Sanat Eserinin Kökeni'nde de “Tüm dil bir edebiyattan ibarettir.” Doğan Yaşat şöyle devam etti: “Hakikat yavaş yavaş açılan bir şey. Ulaşıldığında da hakikat olmaktan çıkar. Ona giden bir yolda arayış demek. Her yeni dil kurma çabası, hakikati daha fazla ifade etme iddiası… Gitgide, katman katman susarak, yola düşen.” Gece'de “okura durduğu yeri sürekli kaybettiren, ‘göçebe' bir imge dili”, “tam kabuklaşacağı yerde yeni anlam olanaklarının açıldığı ikilikler” var. Gece'deki ikilikler, mesela gece ve gündüz, karşıtlık gibi görünse de döngüsel bir iç içelik mevcut aslında. Ayrıca, “Dilin kendinden başka bir şey söylemeyecek şekilde arındırılması”, “bir sıfır noktası” söz konusu. “Konuşulan, kullanılan, tüketilen edebiyat yapan dili susturarak” bir susku yaratılıyor. Sessizlik değil; John Cage'in 4.33'ü gibi. Aristoteles de Gökyüzü Üzerine eserinde mutlak sessizlik imkânını ortadan kaldırır. Doğan Yaşat, “Susku bir etkinlik, eylem, aktif bir durum,” diye vurguladı. Burada yine Heidegger'den alıntı yaptı: “Dilin hakikati ifşa etme olanakları sınırlı konusu, dili kesintiye uğratarak dili açar… Dil, susmanın çınlaması olarak konuşur.” Doğan Yaşat'a göre, “anlatıcılar arasındaki hiyerarşi kalıyor”, “tonalden atonale geçiş” oluyor. Gece'nin toplumsal/siyasal art planındaysa “iki darbe yemiş, üçüncü darbeye hazırlanan bir Türkiye” var.

Laurent Mignon

“Edebi ve felsefi açıdan ötekiliğin boyutları”

Ana Metne Taşınan Dipnotlar adında bir kitabı bulunan, Belçika, İngiltere, Lüksemburg derken Türkiye'ye gelip Bilkent Üniversitesi akademisyenleri arasına katılan Laurent Mignon, Yehuda'yı anlamak ve Bilge Karasu'nun metinlerinin Türk edebiyat tarihinde yerini bulamayışıyla başladı sunumuna. “Andronikos'suz, Kılavuz'suz bir Türk edebiyatı düşünülebilir mi?” diye sordu. “Sınır tanımadığı için yazarlığı geç tanınmıştır,” diye de ekledi. Bundan sadece Bilge Karasu mustarip değil tabii. “Yusuf Atılgan, Nezihe Meriç, Oğuz Atay, Leylâ Erbil'in de okutulması için 90'lı yılları beklemek gerekti.” Peki, “Bilge Karasu'nun geciktirilmesinin nedenleri var mıydı?” Bilge Karasu'nun “Susma Duvarı” hâlâ tam yıkılamamış. MEB'in gençler için hazırladığı 100 Temel Eser'de Yusuf Atılgan var, Oğuz Atay var ama Bilge Karasu yok, iki kadın yazar (biri Halide Edip) hariç kadın yazar da yok.

Bilge Karasu'da “estetik ve etik başkaldırısı” söz konusu. Laurent Mignon'a göre, zamanın eleştirmenleri “asıl kahramanın gayrimüslim olmasını sorun ediyor… Herkes tarafından kolay kolay kabul edilmediği açık… Sırf etno-dinsel sorunsaldan değil de homoerotik temaları işlemesi de” bunun nedenleri arasında. Ömer Seyfettin, milli edebiyatın ne olması gerektiğine dair bir yazı kaleme almış. Bu yazıda, “Divan Edebiyatı'nda eşcinselliği göremeyenlerin masum” olduğunu ve bunun Bizans'tan ithal olduğunu belirtmiş. Oscar Wilde'ın buraya cuk oturan bir sözünü alıntıladı Laurent Mignon: “Adını söylemeye cesaret edemeyen aşk gayrimillidir.” İsmet Zeki Eyüboğlu'nun da “Divan Edebiyatı'nda Sapık Sevgi” diye bir yazısı varmış, o da Ömer Seyfettin gibi, yabancı kökenli demiş buna. Bilge Karasu'nun da “Azınlık-Azınlıklar: Bir Çözümleme Denemesi” adlı bir denemesi bulunuyor. Füsun Akatlı, Öteki Metinler için “Ötekiyi, yabancıyı, tanımayı ve tanıtmayı hep yeniden sorgulamıştır,” der, yani “beni sizden/bizden ayıranı”. Altı Ay Bir Güz'de, “edebi ve felsefi açıdan ötekiliğin boyutları”, “hastalık ve ölüm”, “homoerotik aşk ve arzu”, “kimliksel bir sorgulayış” işlenir. Bu metinde ben anlatıcı, İtalya'dayken Son Yemek'teki Yehuda figürü üstünde uğraşır. Zihnen sürekli onunla meşguldür. İsa bey de merkezi bir figür. Laurent Mignon'a göre, bu bağlamda bir suçluluk duygusu olabilir. Bilge Karasu'nun hem İsevi hem de Musevi kökenleri olduğundan onun için hassas bir konu bu. Yehuda, İsa'nın çarmıha gerilmesine neden olan kişi. İncillerde de çelişkili ifadeler yer alıyor. Yehuda'nın bunu para uğruna mı yoksa ilahi müdahaleyle mi yaptığı hâlâ tartışılıyor. Hatta bir kaynak, Yehuda'nın, Musevilerle özdeşleşsin diye ilk İseviler tarafından uydurulan bir karakter olduğunu da ileri sürüyor. Bir de şöyle bir yorum var: Yehuda İsa'yı o kadar seviyormuş ki tek çözümü onun ortadan kaldırılmasında görüyor. (Laurent Mignon sunumunda bahsetmese de burada Göçmüş Kediler Bahçesi'ndeki sevginin yok ediciliği de hemen hatırlanabilir.) Altı Ay Bir Güz'de “dil meselesi”, “çok dillilik” de işleniyor. Anlatıcı, gençliğinde Türkçe hataları yapıyor ve zaten kitabın ilk cümlesi de İngilizce: “And now, everything is falling back into pattern…

Servet Erdem“Bir ölünün yaşamı, masalda yaşaması”

Son bildiri de Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümünde yüksek lisans yapan ve MaviMelek ekibiyle okurlarını bu önemli sempozyuma davet eden Servet Erdem'e aitti. Bildirisinin “Metinlerarası İlişkilere Göre Döşek Masalı'nın Okunması” başlığını iddialı bulup “okunmaya çalışılması”, hatta “okunmaya çalışma çabası” diye yumuşattı. Bu öyküyü, Lévi-Strauss'un Yaban Düşünce kitabı ışığında okudu. Öyküde oyunun belli kuralları var, taşları insanlardan oluşuyor, vazgeçmek mümkün değil, oyun yeşiller ve morlar arasında. Öyküde “göçmüş, göçme, göçebe” kelimeleri sıkça kullanılır. Servet Erdem'e göre, “göçme oyunu” öte dünyaya göçme, yani ölümü simgeliyor olabilir. Yaban Düşünce'de de benzer bir durum geçer: Yaban toplumlarda, yerli felsefesine göre, ölünün ruhunu uzaklaştırmak için bir müsabaka düzenlenir, ölü oyuna çağırılır, oyunda ölüyü temsil eden yine canlılardır. Masalda oyun, yerleşiklerle göçebeler arasında oynanıyor. Tarafların “birinin diğeri olması”, “bir ölünün yaşamı, masalda yaşaması”, “bir yaşayanın ölmesi” söz konusu. Göçmüş Kediler Bahçesi'nde sevinin sunuluş şekli de mühim: Karakter, ölüm kadar güzel yüzlü adamı yenmek amacında değil, onu almak/yemek istiyor. Servet Erdem burada “yemek, yenmek ve yenilmek” kelimelerinin benzerliklerine, çok anlamlılıklarına dikkat çekti. Bunun ardından da sempozyum sona erdi.

Ankara'da düzenlenen sempozyuma katılamayanlar için güzel bir haber de var: Mayıs ayında Mimar Sinan Üniversitesinde de Bilge Karasu sempozyumu düzenlenecek. Bu sempozyumun da en az Ankara'daki kadar verimli geçeceğine şüphe yok. Bilge Karasu'yu bembeyaz karlardan sonra sıcak bir bahar güneşinin altında anmak da eşsiz bir deneyim olacak.
~~~
Sayı: 50, Yayın tarihi: 14/01/2011

tugce@mavimelek.com

 
MaviMelek | Retorikler | Öyküler | Şiirler | Derlemeler | Gökçeyazın | Denemeler | Hezeyanlar    ©2008 MaviMelek            website metrics