[Deneme]"Bu Bir Bilge Karasu Okuması ve Okumalarının Okumasıdır" | Onur Avcı"DİL, YANSITTIĞI ŞEY VE ŞEYLERLE KARŞILIKLI DURAN BİR AYNADIR"Bir Bilge Karasu incelemesi yapmaya karar verdiğimizde, karşımızda sonsuz bir okuma deryası bulunduğunu görürüz. Örneğin, biraz Bilge Karasu aşinalığınız varsa, aklıma ilk gelen halleriyle şu sıralayacağım başlıklar, birer çalışma konusu olabilir: İmgenin Dili, Yazıda Olanak, Gece'de Göstergeler, Yazı ve Tasarı, “Ada”da Zaman, Kılavuz'da Benlik ve Kimlik… Böylesi bir imkân denizinin altında yatan ise, Bilge Karasu'nun okuyucularına, kurmaca metinleri dışında sanat, edebiyat ve dile dair de onlarca yazı ulaştırabilmiş bir yazar/düşünürümüz olması. “Yazı, kendini söyler; söylemediğini yok eder”(1) diyor Karasu. Fakat bu cümlenin arkeolojisini çıkarma yandaşı değilim, alıntılama sebebim ise, onun yazma pratiğine, matematiğine ve düşüncelerine erişebileceğimiz benzer cümleleri Ne Kitapsız Ne Kedisiz, Öteki Metinler ve Susanlar gibi yapıtlarındaki denemelerde görebilecek olmamız. Ki bu gibi fikirsel yazılar, yayınlanan ilk kitabı Troya'da Ölüm Vardı'nın henüz ortaya çıktığı dönemde köklerini bulan bir edimdir. Yazı üzerine fikir aktarımı için, standart bir olgunlaşma evresi yaşamamıştır Karasu. Düşünce üretmeyi veya düşüntülerini yazıda yeniden üretmeyi, yazma eyleminin daha başındayken seçmiştir. Bu ikili ilişkiyi, Karasu'nun tüm metinlerinde görmemiz mümkün. Hiçbir eseri tekdüze bir ifadecilik barındırmaz. Kısacası, gerek öykülerinde gerekse denemelerinde tartışılan şey yazmak eylemidir. Direk bir iletiyle gerçekleşmez belki öykülerinde söz konusu tartışmalar. Ancak, öykülerinin bütünselliği, kavramsal olanla edebi olanın kavuşup ortak bir “arayışa” yöneldiklerini düşündürüyor bana. Yazının en başında Bilge Karasu için yazar/düşünür dememin nedeni bu idi. Bu yazı ise, Bilge Karasu'da dil kurulumu ve iletimi üzerine, O'nun fikirlerini temel alarak, bir yorum aktarımını hedefleyecektir. Anlatı ve aktarımda “kesinlik” meseli Bir kurmaca yapıntılandırırken, düşünce yazıya hangi sözsel formlarla yerleşir? Yazı yalnızca homojen, katmansız ve vasıtasız bir tez içerimi midir? Karasu okumaları üzerine bu gibi sorular sorduğumuzda, bir tanımsızlığı tanımlama gerekliliği doğacaktır. Çünkü sanatın, hem üretim hem alım aşamasında kişilere bağıl bir anlam içerdiğini imler Bilge Karasu. Bu demektir ki, sanatsal diskur çok yönlü algılayışlara, anlamsal farklılaşmalara kendiliğinden açıktır. Yani, okuyucu tarafından içe çekilen kelimelerin tekil anlamları olamaz. Bu anlamda “doğru”, “yanlış”, “iyi”, “kötü” gibi derecelendirmeler –tam olarak bilinemezliklerinden ötürü– yazı için estetik birer tanım olamazlar. Her okuma biçiminin göstergelere değişik anlamlar biçeceği gerçeğinden söz ediyorum. İşte, Karasu metinlerinin de, Karasu'nun bir metinsel ürüne bakışının da böyle olduğunu çok cesurca ifade edebilir ve artık Bilge Karasu'da “anlatım” üzerine konuşabiliriz. “Anlatabilmek başarılması güç bir iş.”(3) Kullanılan dil, bir dönemin dünyasını kavrama aracı iken, aynı dünya (uzam) da o dili aynı oranda kurabilendir. Daha yalın ifadeyle dil, yansıttığı şey ve şeylerle karşılıklı duran bir aynadır. Bu ilişki ise, birçok kavramsal boyuta doğru doğurganlaşır ve sonuç olarak ortaya, dili mütemadiyen kurma zorunluluğu çıkar. Tam da bu noktada yeni sözcelerin, tümce yapılarının, anlatı tarzlarının veya tavırlarının “anlatmak” adına yazıya girmesi kaçınılmazlaşır. Zira ortaya çıkan ürün, bir “güç yazı” tanımını hak edecekse de, o yazıyı lanetlemek hatalı olacaktır. Çünkü “güç” olan, aynı anda “kötü” de demek değildir. Kaldı ki, iyilik-kötülük seçenekleri, duygusal bir beğeninin ötesinde tarif edilmesi gereken estetik ölçütler olmalıdır (bu kavramsal krizlere yukarıda değinilmişti ancak tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum). Karasu, Vüs'at O. Bener'in metinlerine getirilen “karanlık”, “soyut”, “soyut ve karanlık”, “soyut olduğu için karanlık” gibi ilginç eleştirilere cevap verirken bir ipucu sunmuştu aslında. Soyutlamanın bir akıl işi olduğunu ve bunun karanlıkla bağdaştırılamayacağını, somutluk aydınlık mıdır sorusunu getirerek tartışmıştı…(4) Anlaşılıyor ki, “güç yazı” her daim günceldir ve bir ihtiyaçtır. Yap(z)ılması, örülmesi, işlenmesi gerekendir. Zira “güçlük” modern literatürde kaçınılmaz bir vak'adır da. Bilge Karasu, çeviri konusunda da aynı hassasiyeti işaretlediğinden dolayı bu kadar net konuşabiliriz. Yabancı bir dil Türkçeleştirildiğinde, bu çevirinin her ne kadar “iyi” bir çeviri olsa da, “sağlıklı” bir çeviri anlamına gelmeyeceğini savunur Karasu. Ya da bir metin her ne kadar “çevrilemez” diye tanımlansa da, asıl düğüm bu imkânsızlığa dilsel bir imkân yaratıldığında çözülecektir. Uzun sözün kısası, Bilge Karasu için yazı, sürekli bir arayıştır diyebiliriz. Ve “yeni” olan, eski'ye veya var olana karşı aksi duran metin, zaman içerisinde kendi dünyasını bulacaktır. İlginçtir ki, bu cümleler bir Bilge Karasu okuması çıktıları olmakla beraber, Bilge Karasu'nun kendisi için de geçerli gözüküyor… İnşaat halindeki bir yapı Kısacası, yazarlık otoritesinin, metnin gerçekliği karşısında böylesine bırakıldığı ve okuyucuyla metnin direk eşitlendiği durumlarda, okuyuculara sonsuz bir zihinsel-edebi ve felsefi üçgen kalıyor. Bilge Karasu işte, tam da böylesi bir inşanın hem mimarı hem ustasıdır… Dipnotlar: ~~~ |

