[Öykü]"Bir Parça" | Gülru Öztunç Pektaş"ÇEMBER KIRILIRDI BİR YERİNDEN"Öylece oturmuştu. Oturmaktan çok çökmüştü yere. Toprak olmuştu her yanı, yüzü gözü toz toz. Gözümüzün önünde giderek yiten karaltının üzerine bir eliyle aldığı toprakları atıyordu sakince. Sanki kum havuzunda oynayan bir çocuk… Bir elindeyse sedef kolyenin zinciri kederle sallanıyordu boşluğa. Boşluğun içine, derine, en derine. Al işte, dedi Ella birden arkasını dönüp. O yazlar geçti. Sonbaharlar da. Ella yine, hadi uçurtma uçurmaya gidiyoruz diyordu bir sabah erkenden. Akşamüstleri sahil kalabalıklaşınca kapının önünde avazı çıktığı kadar, dondurma arabasını kaçıracağız senin yüzünden uyuşuk, diye bağırıyordu. Öylece bakıyordum arkalarından. Mehmet'in elini tutuşuna, mavi çiçekli etekliğinin savruluşuna… Pikniğe gidiyorduk bazen yine eskisi gibi. Üçümüz. Körebe oynuyorduk yine. Ebe en çok ben oluyordum. Leylek uğurlamasına çıkıyorduk hasatta. Bütün kasaba leylek uğurlamasında yamaçtaki mesirede. Leylekler gölün üstünde toplanırdı önce, yüzlercesi, binlercesi ama. Dünyanın bütün leylekleri orada sanırdım. Orada, bizim gölümüzün üzerinde. Aheste aheste dönerlerdi rüzgâra karşı. Sonra aniden çember kırılırdı bir yerinden. Ve işte o zaman leylek uğurlamasına çıkmış bütün kasaba, çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı bir alkış, bir bağırış tuttururdu. Ortalık düğün bayram yeri. Sonra leylekler sanki gölü ve bütün göl halkını selamlarcasına son bir tur atıp, tepelerin üzerinden kanat çırparak yitip giderlerdi. Biz de her zamanki yerimizde bütün olup biteni seyrederdik. Ella her seferinde sızlanırdı, tatlı dudaklarını büzer, suratını asardı. Ya bir daha gelmezlerse, gelmeyi unuturlarsa... Yine bakışırdık Mehmet ile. Ama gülmezdik eskisi gibi coşkuyla. Eskisi gibi olsun istiyorduk ama olmuyordu bir türlü. Çocuk kalalım istiyorduk, olmuyordu… Mehmet askere gitti o kış. Çok uzağa hem de. Çok aradım arkadaşımı. Yokluğu didikliyordu içimi. Oysa buradayken gitsin isterdim. Babasının ilçedeki yağ fabrikasında çalışmaya gider belki diye düşünürdüm. O zaman belki Ella da… Evlendiler. O yılki leylek uğurlamasından hemen sonra. Son kez ağlamıştı leylekler için. Düğünden sonra ilçeye taşındılar. Mehmet babasının yağ fabrikasında çalışacaktı. Onlar gittikten sonra neredeyse hiçbir şey kalmamıştı benim için. Aylak aylak geziyor, eskiden hep üçümüzün gittiği yerlerde dolaşıyordum başıboş köpek gibi. İlçeye gittiğimde uğruyordum onlara. Ella'nın gözleri ışıyor, sımsıcak sarılıyordu. Çok bunalıyorum diye dert yanıyordu, onun için getirdiğim gelincik likörünü yudumlarken. Yine aynı gelincik tarlasından mı? Yanakları al al Ella'nın. Gözleri ne bileyim sanki biraz sönükleşmiş. Mehmet ilçeye yerleşmem için ısrar ederdi hep. Gelsen şu inadı bırakıp da, hem böyle ayrı gayrı… Terli uykumdan uyanıyorum gecenin bir vakti. Sıcaklar erken bastırınca yazlıkçılar da yavaş yavaş gelmeye başlamışlardı. Göl de siyah perdesini aralayıp maviliği kuşanmaya. Yayına çıkıyordum bazı günler. Tan olmadan göle inip balıkçılardan birine yoldaş oluyordum. Hafif bir rüzgâr yokluyordu perdeyi. Ella'nın yüzü bir görünüp bir kayboluyordu camda. İçimde bir ufunet. Ne yapsam geçiremiyorum. Kalkıp göle iniyorum. Yıldız yok. Göl kapkara, zifir. İyiye yormazlardı hiç. Eleni Yengem, gölün yüzü dibi gibi karardıysa hayırlara gelsin diye o upuzun tespihiyle dolaşırdı bütün bir gün. Öğle olmadan döndük yayından. Göl hâlâ kara peçesiyle duruyor karşımda öylece... Kimse yüzüme bakmıyor yolda. Herkes pus gibi sessiz. Bütün kasaba sus olmuş. Ben daha yakındım ölüme oysa. Ona yakışmazdı hiç. Kederle yıkanmış bir rüyadan uyanıyorum her sabah. Bulutlar geçiyor gölgelerini yüzüme bırakarak. Her sabah gözyaşlarıyla yıkıyorum kimsesiz yüzümü. Dayanırım zannediyorum ama her gün ben de biraz daha ölüyorum. Kalktım masadan. Tahta sandalyeler bağırıştılar arkamdan. Mehmet bir türkü tutturmuş inceden, farkında değil. Sokaklar boş, karanlık. Nereye gidiyordum böyle? Nereye doğru sürükleniyordum? Bir kürek bir de kazma lazım. Nalburun kapısını kırıyorum iki omuzda. Aç bir ayı kadar güçlü kollarım. Mezar taşları ay ışığında fısıldaşıyorlar ardım sıra. Ella'nın kokusu dolaşıyor kuytularda. Sabaha karşı Mehmet hâlâ masada. Diğer başıboşlar, aylaklar, âşıklar, kaybedenlerle birlikte. Her şeye içilen boş kadehler, yarısı yenmiş yarısı kokuşmuş mezeler, terden, kederden puslanmış, sırı dökülmüş aynalar ve kısık sesli yanık türküyle beraber. Beni görünce irkildi. Uykusundan yeni uyanan bir çocuk sanki. Ağlamış. Sarhoş. Geldin mi sonunda diyor. Geldin mi?
|

