[Öykü]"Kıyamet Geliyorum Der" | Ruhşen Doğan Nar"GÖZLERDEKİ İNANÇ ÖZLEMİ"Sabahın altısında her günkü gibi istemeye istemeye sıcak yataklarından kalkıp sokaklara karıştı insan sürüleri. Hepsinin gözlerinden uyku akıyordu, anlamsız gözlerle otobüslere bakıyor; eğer balık istifi otobüslerde oturacak yer bulabilirse uyuyorlardı. Ne yazık ki doğan güneş şu bilmem kaç milyonluk kentte en küçük bir duygu kırıntısı dahi bulamıyordu. Bahsi geçen şehir, dünya gezegeninde bulunan birçok metropolden biri olabilir. Ne de olsa hepsinin ortak özelliği zombileşmiş insan sürüleri tarafından etkisi her geçen gün artan duygusuzluk zinciri. İşte birazdan anlatılacak olaylar bu zincirin herhangi bir noktasında başlamıştır ve bunun sonucunda bütün zinciri kaçınılmaz bir şekilde etkilemiştir. Olayların başladığı şehir, sıradanlık bekâretini o gün sokaklarda bağıra çağıra dolaşan ve kıyametin yakın olduğunu söyleyen saçı sakalı birbirine karışmış yaşlı bir adam sayesinde kaybetti. Onu ilk gören iki genç şöyle söylediler: Gençler onun Amerikan özentisi bir deli olduğunu düşündüler. Ancak kıyamet çığırtkanının ne Amerika'dan ne de Amerikanlaşmadan haberi vardı. Sadece üstüne düşen görevi yapıp insanoğlunu ve kızını uyarmak istiyordu. “Kıyamet günü geliyor günahkârlar! Artık bırakın dünya işlerini, O'ndan Rabbinizden merhamet dilenin. Belki o zaman bu küçük mavi gezegeni yok etmekten vazgeçebilir. Ama bu küçük bir olasılık; gerçi denemeye değer…” Yolda karşılaştığı insanlara zorla öğütler veriyor, durakların önünde otobüs bekleyen kalabalıklara nutuklar atıyordu. İnsanlar ise gülüyor ve onunla çoğu zaman dalga geçiyorlardı: Türdeşleri ona deli muamelesi yapsa da vazgeçmedi ve dilinde tüy bitene kadar her gördüğü insana dili döndüğünce kıyamet gününün çok yakın olduğunu anlattı. Onun görevi insanları uyarmaktı, ister inansınlar ister inanmasınlar, onlara kalmıştı. Ona kıyamet gününün geldiğini nereden bildiğini soran şüphecilere şu yanıtı verdi: Biraz duraksadı ve kendisine yönelmiş şüpheci gözlere baktı. O gözlerdeki inanç özlemini yakaladı: Bu konuşma doğal olarak kalabalık arasında huzursuzluğa neden oldu. Sinirlerine hâkim olamayanlar kıyamet tellalına bağırmaya başladı: Birkaç işsiz genç, adamın üzerine yürüdü ve onu tekme-tokat ikilisiyle hırpalamaya başladı. Allahtan esnaf araya girdi de kıyamet tellalı hastanelik olmadan oradan uzaklaştı. Linç edilmekten ucuz kurtulan tellal gülümseyerek olay mahallini terk etti. “Bunların olacağını biliyordum başından beri. Bana inanmayacaklarını, bana küfredeceklerini; hatta beni döveceklerini… Ama üzgün değilim, işin bana düşen kısmını tamamladım. Zaten kısa süre içinde gerçeği onlar da anlayacaklar; biraz geç olsa da…” *** Güneş son kez dünyayı terk ettiğinde kıyamet tellalı evine girdi, odasında son duasını etti ve televizyonu açtı. Bir yandan patlamış mısır yerken bir yandan da biraz sonra çıkacak haberlerin heyecanını yaşıyordu. Öngördüğü gibi tam iki dakika yirmi üç saniye sonra dünyanın dört bir köşesinden flaş haberler akmaya başladı. Ne yazık ki o sırada milyonlarca insanın seyrettiği yüzlerce diziye ara verildi. İzleyiciler, yine nerede bomba patladı; üçüncü dünyada olanlardan bize ne, diye düşünürken televizyondaki devlet yetkilileri az çok aynı şeyi söyledi kendi dillerinde: Tellal, gülümsedi ve kol saatine baktı: “Az kaldı, çok az… Bakalım gün boyu benimle dalga geçenler şimdi ne yapacaklar?” Bu sırada televizyon, internet, radyo; tüm medya organları kara haberle şaşkına dönmüştü. Kimi kanallara devlet başkanları çıkmış ve halktan umudunu kaybetmemesini istemişti; ancak gözlerinden değilse bile titreyen sesinden kendilerinin çoktan umutsuzluk girdabına kapıldığı anlaşılıyordu. Bazı kanallar ise din görevlilerini televizyona çıkarmış, toplu dua seansları düzenlemişti. Tahmin edilebileceği gibi insanoğlu ve kızı korkudan ve şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Hüngür hüngür ağlayan mı dersin, avaz avaz bağıran mı? Sadece, deli olarak adlandırılmış olan insanlar normal halini koruyabilmiş, diğerlerinin neden birden delirdiğini anlamaya çalışmışlardı; ama nafile. İşin özü, insanlar insanlıktan çıkıp hayvanları korkuturken her bir kişi kendince korkusunu dile getirmeye ve rahatlamaya çalışmıştı. En iyisi o anda yaşanan durumun okurlarca daha iyi anlaşılabilmesi için bazı kişilerin o sırada neler yaptıklarına göz atalım: Dışarıdan gelen seslerle dikkati dağıldığında iki saattir aynı öykü üzerinde uğraşıyordu. Yazı yazarken bir tür transa geçer ve dış dünyadan kopardı; ancak yüzlerce kişinin bağırışlarını duymayacak kadar değil. Çığlıkları duyduğunda bir süre öylece kaldı oturduğu sandalyede. Acaba yine bir yerlerde bomba mı patladı, diye düşündü. Dışarıda, her gün televizyonda gördüğü kanlı sahnelerle karşılaşmaktan korktu. Gerçi bombalama olsa o da duyardı. Her saniye artan merakı korkusunu yendi ve sonunda balkona çıktı. Hayır, öykü yazıyordum cevabının bu duruma uymayacağını düşündüğünden evet, uyuyordum dedi ve içeri girdi. İlk iş olarak televizyonu açtı ve her kanalda kıyametin geldiğini bildiren haberlerle karşılaştı. Sadece bir müzik kanalı müzik akışına devam ediyordu. Birkaç dakika ne yapsam, diye kafa yordu. Dua edemem hiçbir dua bilmiyorum. Bilsem bile bu dakikadan sonra dua etmek ikiyüzlülük olur. Ailemi arasam? Telefon hatları çoktan çökmüştür. Uyusam? Uykum yok; zaten bol bol uyuyacağım kara deliğin içinde. En iyisi yarım kalan öyküme devam edeyim, diyerek son kararını verdi ve öyküye kaldığı yerden devam etti. Aklından geçen son düşünce: Ya öyküyü bitiremeden kara delik dünyayı yutarsa sorusuydu. İkinci olarak intihar eden bir kardeşimizin son dakikalarına tanık olalım. Kıyamet gününden bir hafta önce kararını vermişti: Doğum gününde hayatına son verecekti (Bir hafta sonraydı). O güne kadar yaşadığı bütün sorunlar onunla beraber yok olacaktı. Sırtındaki ağır yükü Atlas'a devredecekti. Omuzlarındaki ağırlığa bir de onunki eklenseydi, pek bir şey değişmezdi hamal kahraman için. Son bir haftası gayet eğlenceli ve güzel geçti. Kısa yolu seçeceği o gün gelip çattığında, keşke hayatımız sadece tatil havasında süren bir hafta olsaydı, dedi kendi kendisine. Son kez sevdikleriyle telefonda konuştuktan sonra çatıya çıktı. Arkasından mektup veya not bırakmadı. Neden kısa yolu seçtiğini öğrenmek isteyen olursa hayatını inceleseydi. Armut piş ağzıma düş fikrini hiçbir zaman sevmemişti. Son olarak iki sevgilinin yatak odasına izinsiz olarak girelim. Uzun zamandır bu özel anı bekleyen iki azgın gencimiz bütün dikkatlerini o dakikalarda yaşadıkları harikulade tensel zevklere vermişlerdi. Dışarıda savaş çıksa umurlarında olmazdı; ama bu seferki sorun çok daha büyük olduğu için üzerinde oldukları işi yarıda kesmek zorundalardı. Önceden de söylediğimiz gibi dünyadaki her insan evladı kendi özelliklerine uygun olarak son dakikalarını geçiriyorlardı: Dua edenler, ölmeden önce adam öldürmek isteyenler, sokağa çıkıp önüne gelenle birlikte olanlar, son dakikalarını tuvalette geçirmek zorunda kalan kabızlar, ameliyat masasında can veren hastalar, silahlarını bırakan militanlar, cezaevlerinden salınan mahkûmlar… *** Her saniye dünyaya yaklaşan kara delik tam atmosferimize ulaşmıştı ki duraksadı, son adımı atmadan önce düşünür gibi bir hali vardı. Ama bu düşünme beklenenden biraz uzun sürünce (on iki saat) insanlık kurtulduğuna kanaat getirdi. Tanrı'nın onları bağışladığını ve son kez uyardığını düşündüler. Eğlenceler ve dua seansları ortalığı kapladı. İntihardan son anda vazgeçen kardeşimiz çatıdan atlayıp canına kıydı. Hayat kaldığı yerden devam etti. Ancak beklenmeyen bir şey oldu: Düşünmekten sıkılan kara delik bir saniyeden kısa bir süre içinde dünyayı yuttu. Kimse ne olduğunu anlayamadı bile. Ne ağlayacak ne de korkacak vakitleri oldu. Aslında onlara acısız ve hızlı bir ölüm bahşettiği için O'na şükran duymalıydılar. Öldükten sonra nereye gittiklerini ise kimse bilmiyor. Ben dahi bilmiyorum… İsterseniz 'kayıp aranıyor' ilanları asabilirsiniz evrenin dört bir köşesine, size kalmış.
|

