[Gündem]"Meydan Okumanın Adı: Kraliçe Lear" | Seval Deniz Karahaliloğlu"BAZEN ESEN UMUTSUZLUK RÜZGÂRLARI"“Fransa ve Burgonya Beyleri ile ilgileniniz. Biz de açıklayalım karanlık niyetlerimizi”. Jane, Kral Lear'dan bir tirat ezberliyor. Daha doğrusu ezberlemeye çalışıyor. Jane (Yıldız Kenter) unutmaya eğilimli. Ama azimli. İlerlemiş yaşına rağmen tiyatro sahnesine geri dönebilme mücadelesi veriyor. Bu bir meydan okuma. Bu bir gövde gösterisi. Kral Lear gibi zor bir rolün üstesinden geldiğini göstermek. Hâlâ varım demenin başka bir yolu. Yaşlanmak, ihtiyarlamak ya da hissettiğin yaşta olmak. Kavramlar arasında savrulan, her savruluşta nereye ait olduğunu bulmaya, anlamaya çalışan bir kadın. Beden zamanla eski bir elbiseye dönüşse de ruh yaşlanmıyor. Jane'in ruhu bunu biliyor. İşte Jane'in çıkış noktası. 28. İzmir Tiyatro Günleri, “Kraliçe Lear”, “Bana William Deyin”, “Yastık Adam”, “Marx'ın Dönüşü” ve “ 2019” gibi unutulmaz oyunları İzmir seyircisi ile buluşturdu. En çok akıllara ve yüreklere dokunanlardan biri de “Kraliçe Lear” oldu. İsmet İnönü Sanat Merkezi'nde sahnelenen “Kraliçe Lear”, bir kadının yaşamda ve sahnede var olma savaşını konu ediyor. Eugene Stickland'ın kaleme aldığı oyun, Fatma Leyla Kenter Tepedelen tarafından Türkçe'ye kazandırılmış. Yıldız Kenter'in sahnede anıtlaştığı “Kraliçe Lear” da hayatının sonuna gelmiş gibi görünen bir kadının sahnede yeniden doğuşuna tanık oluyoruz. Bu süreçte Jane, umutsuzluğu umuda çevirmeye olan inancı ve inadıyla içimize, kendi özümüze ayna tutuyor. Sinir bozucu bir Çello. Başlı başına bir oyun kişisi (Feride Berin Varol). Jane'in endişelerini, korkularını, beynini kemiren küçük kuruntu solucanlarının çıkardığı sesleri ondan dinleriz. Jane'in iç sesi. Zaman gelir, Jane'in kabusu olur. İyi giden bir ezber çalışmasında, Jane'in beynini kemiren bir parazite dönüşür. Zihnimizi tırmalayan rahatsız edici düşünceler gibi kayar gider. Odaklanmaya çalıştığımız işimizle aramıza giren bir gulyabani, bir canavara dönüşür. Niyetlerimize, yapacağımız işlere bir engel, bir set çeker. Anlaşıldı. Tek başına ezber yapmak zor olacak. Bir yardımcıya ihtiyaç var. Liseli küçük kız Heather burada devreye giriyor (Sedef Şahin). Bir yeni yetme. 13-14'lerinde. Düşündüğünü pat diye söyleyen bir patavatsız ama dürüst. Saati yedi dolara Jane'in ezberinde yardımcı olacak. Yelpazenin hangi noktasındayız? Birbirini tanımak, anlamaya çalışmak ve saygı duymak. Olaylar örgüsü bu şekilde akarken nesil farklılıklarından doğan anlaşmazlıklar bir sürü komik olaya neden olurken hayatın neresinde olduğumuzu bir kez daha sorarız. Yelpazenin hangi noktasındayız? Üç nesillik fark bir metni anlama ve algılamada nasıl ortaya çıkar. Mesela Haether için William Shakespeare ismi hiçbir şey ifade etmiyor. Hatta sıkıcı bile denebilir. Heather metni okumaya başlar, biraz mırıldanır. “Jane bu İngilizce ise ben ne konuşuyorum? Neyse, ne. Kimin umurunda? Bu oyun biraz gay bence.” Heather verilen dersi anlayabildi mi? Yoksa Jane onun için sıkıcı bir ihtiyardan ve angarya bir işten öte bir şey ifade etmiyor mu? Heather ve Jane arasındaki arkadaşlık tohumları böyle usul usul kendini hiç fark ettirmeden açan o yabani çiçekler gibi gelişir. 10 hafta boyunca her derste birbirleriyle hayat, gençlik, arkadaşlık, aşk, anımsamak, kadın erkek eşitsizliği, telefonla mesaj göndermek, kayıplar, acı, dili kullanmak, yaşlanmak üzerine konuşurlar. Jane, “Biliyor musun Heather? Hiçbir şey kafamda tasarladığım gibi gerçekleşmiyor. Bu yönetmen biraz terelelli. Koreografın ellerinde sanki egzama var. Mesela şu beyler. Glocester Beyi. Kocaman yapılı kadınlar. Kadın gibi değiller. Bu prodüksiyonun adı yüce ama kendi cüce. Ben esas Cordelia'yı düşünmekten kendimi alamıyorum. Güneyde bir çiftlikte yetişmiş. Rugby oyuncusu gibi yapılı, kocaman, iri, 90 kilo. Onu nasıl kucağıma alıp kaldıracağım? Hani Cordelia'yı astıkları sahnede ‘kızım öldü toprak oldu' diye onu indirip kucağıma almam lazım ama bunu nasıl yapacağım?” Acıyı paylaşmak yaş çizgilerini siler Fonda çellonun sesi duyulur. Çellist'in yüzünde Jane'in söylediklerine katılan ama aynı zamanda acıklı bir “üzgünüm” ifadesi. Aslında çellist başlı başına bir oyun kişisidir. Jane'in ruh haline göre yüz ifadesi değişir. Sahnede Jane'in müzikal bir sureti gibi yer alır. Jane devam eder. “Bazen kendimi kandırıyormuşum gibi geliyor bana. Ne rol ama? Aktörler bu yaşa geldiğinde bu kadar sözcüğü kafaları almıyor galiba. Erkekler o yaşa gelince ölüyorlar.” Sessizlik. Acıyla yüzleşme. Sevdiğinin telafi edilemez kaybı. Kaybın acısı. Her daim tazeyken. Heather acının üzerine gider. “O koskocaman bencil ego” Korkunun, dehşetin daha da yalnızlaştırdığı Jane tek başına kalmıştır. “Replikleri duymuyorum, uyduruyorum, unutuyorum. Neden yaparım dedim? Kraliçe Lear'da neden oynarım dedim? Bu metinde çok sözcük var.” Hamlet, III.Richard ve Kral Lear'dan sözcükler dalga dalga sahneyi kaplar. Jane kulaklarını elleriyle kapar ve çığlıklar atmaya başlar. Çıldırma anı. Aslında Jane yalnız değil. Biz sahnenin dışındakiler, hayat sahnesinde çoğu zaman kendi repliklerimizi unutuyoruz, uyduruyoruz, duymuyoruz, giderek sağırlaşıyor, giderek körleşiyoruz. Yalnız değilsin Jane. Giderek histerikleşen kör ve sağır bir toplum bu çıldırma anlarına çok da yabancı değil. Yeni bir gün. Yeni bir başlangıç. Yeni umutlara gebe. Belki temiz bir sayfa açmak için uygun olabilir. Yaramaz Heather, biraz utangaç, biraz da hınzırca “Peder bey istifayı ret etti.” Yani babası Jane ile çalışmayı bırakma isteğine onay verse, Jane'i yarı yolda bırakıp gidecek öyle mi? Edepsiz küçük cadı. Heather utangaç bir ifadeyle, korkup kaçışını kast ederek, “Dünkü davranışım için çok özür dilerim ama dün ödümü kopardın.” Yeniden, yeniden ezber provası. Bıkmadan usanmadan tekrarlanan sözcükler. Repliklere inadına asılan Jane. Bazen esen umutsuzluk rüzgârları. “Kepazelik, oynayamam, oynamamam gerekiyor, rezalet, sahneye çıkmamam lazım.” Metin okuma çalışması sırasında, Heather'ın gizlice masanın altından cep telefonuyla uğraşmasına takılır. Jane şaşkın, “Ne yapıyorsun sen?” “Sırası gelen oynar, biten çıkar gider” Çılgın Jane. Heather şokta. Bu Jane'den de her şey beklenir vallahi. Heather, “Jane ne yapıyorsun?” Sıkı bir ezber çalışması. Jane repliği bitirip Heather'a döner, “Ezber nasıldı?” Jane'nin suratı asık. Oyunun sahne provalarına bir iki gün kala. “Cordelia kaçtı, marangoz olmaya karar verdi. Oyun kaldı. Metni iyi bilen birine acil ihtiyaç var.” Sonra mı? Çılgın tatlı Jane en az kendisi kadar çılgın Heather'ı oyuncu olmaya ikna edebilecek mi? Oyun sahnelenecek mi? Bütün bu soruların yanıtı “Kraliçe Lear” oyununda. Bu renkli bir tadımlık. Her şeyden bir parça bal çaldık yüreğinize. Amaç merakı kaşımak. Seyirci koltuğunda duyacağınız hazza ön hazırlık safhası bu. Oyunun sade ama göz okşayan dekor ve kostümlerini Osman Şengezer hazırlamış. Cem Yılmazer akıllıca kullandığı ışık tasarımıyla, oyunda istenen derinliği yakalamayı başarmış. Sevimli, şirin, patavatsız, ukala, küçük cadı Heather rolüyle Sedef Şahin kalplerimizi çalıp gidiyor. Olağanüstü doğal, olduğu gibi sanki sokaktan şimdi gelmiş havasıyla oyuna dahil oluyor. Ve Yıldız Kenter gibi büyük bir ustayla iyi bir uyum yakalıyor. İlerde iyi bir oyuncu olmaya şimdiden aday. İsmet İnönü Sanat Merkezi'nde görkemli bir anıta dönüşen Yıldız Kenter'i ayakta alkışlarken, tenimizden, derimizin üzerinden büyük bir sanatçının akıp gittiğini hissettik. Aklımda Jane'den bir replik “Bütün dünya bir sahnedir, bütün kadın, erkek oyuncular, sırası gelen oynar, biten çıkar gider.” Dünya sahnesinde oyunumuzu en iyi şekilde oynamak. Amaç bu değil mi? Neden yaşıyoruz ki? ~~~
|

