MaviMelek
Hermes Kitap
"İnsan kafası öyledir ki kendisine karanlık gelene daha kolay inanır..." Tacitus

"Nohut - II. Bölüm" - Akın Olgun

"UMUT YOLCULUĞU"

Artık, şebekenin elindeydi Cemal Amca. Onu teslim alan iki kişiyle birlikte, bir başka arabaya bindi. İnce, uzun, beyaz tenli, hafif çekik gözlü, uzun bıyıklı adam aracı kullanıyor ve hiç konuşmuyordu. Diğeri ise esmer, tıknaz ve daha çok da kendi yöresinin insanına benziyordu. Adının Ali olduğunu söyleyen esmer adam, hiç konuşmayan Cemal Amca'ya dönerek, alaycı bir tonla "Hiç konuşmuyorsun amca, bizi sevmedin galiba" diyerek takıldı.

Cemal Amca gerçekten de sevmemişti bu iki adamı. Ama adamın alaycı sorusuna, sadece yüzüne bakarak cevap verdi. Adam "Anladık sen konuşmayan cinstensin, ama söylemem gereken şeyler var amca bey... Birincisi, yolculuk uzun olacak. Ben, hep sizinle olacağım. İkincisi, ben ne dersem onu yapacaksınız. Üçüncüsü, ne olursa olsun, herhangi bir şey olduğu takdirde bizi tanımıyorsun, biz de seni tanımıyoruz. Bu üç altın kuraldır, haberin olsun." diyerek bakışlara cevap verdi. Cemal Amca, Halil'in bu yakalanma meselesinden hiç bahsetmediğini anladı. Belki de onun da bir fikri yoktu. Yeğeni ona ne demişse, o da onu yapmıştı. Adam tekrar dönüp "Şimdi bir tıra bineceğiz. Tırın içinde başkaları da olacak. Uzunca bir yol gideceğiz, bir iki sınır geçeceğiz. Sorun, Yugoslavya sınırı! Orayı atlattık mı gerisi kolay," dedi ve ekledi "Tır içinde su var, biraz da yiyecek. Onlarla karnınızı doyuracaksınız".

Yaklaşık bir saatlik yol gittikten sonra, otoban boyunca sıralanmış üç dört tırın yanında durdular. Biraz arabanın içinde beklediler. Sonra, bir tırın arka kapısı açıldı. Adam dönüp Cemal Amca'ya "Hadi bakalım dayı beyy… Atla içine" dedi ve onu tırın arkasına bindirip kapısını kilitledi. Ansızın gözüne tutulan bir el lambası onu ürküttü, ama adamın dediği gibi yalnız olmadığını anlamıştı. Yüzünü doğru dürüst görmediği birisi, ona yer gösterdi ve oturttu. Fısıltıyla "Amca tırda şu an sekiz kişi var. Herkesin güzergâhı farklı. Bir şey lazım olursa benden iste" dedi ve feneri kapattı. Karanlıkta oturmaya alışıktı Cemal Amca. Köyde hep karanlık içinde oturur, hatta hava kararır kararmaz herkes gibi o da yatağa girer ve gece bir şey olmaması için dua ederdi. Her çıtırtıya uyanır, ortalığı kolaçan eder ve yine yatağa girerdi. Tır birden haraket edince, Cemal Amca çok garip bir biçimde kendini güvende hissetmişti. Alıştığı bir karanlıktaydı ve yalnız değildi. Bu yaştan sonra, bambaşka bir yolculuğa çıkıyor olmak da onu gerip, bir heyacan vermişti. Uykuya dalmıştı herkes. O da biraz direnmiş, ama sonra tırın içindeki uğultu ninni gibi gelmişti. Tır yolda birkaç yerde durmuş, bu kısa mola anlarında elinde fener olan adam, herkese sandviç ve su dağıtmıştı.

Ne kadar yol gittiklerini bilmiyorlardı. Kaç saattir yoldaydılar, şimdi neredeydiler, hiçbir bilgileri yoktu. Tırın içinde ansızın ağlayan bir bebek sesi, birden onu korkutmuştu. Bir çocuk vardı ve o âna kadar hiç ağlamamıştı. Ama şimdi ağlıyor, sesi kulakları tırmalıyordu. Çocuğun annesi, kucağında onu sallayarak susturmayı başardı.

Tır bir yerde, aniden durdu. Kapı açılmış, içerisi aydınlık olmuştu. Hiç kimse gözünü açamıyordu. Gözler alışınca, tablo da açığa çıkmıştı. Artık, herkes birbirini görüyordu. Cemal Amca'ya kendisini Ali diye tanıtan kişi, "Haydi inin, çabuk çabuk" diyerek herkesi karanlıktan çıkardı ve tır hareket edip gitti. Büyük bir tarlanın ortasındaydılar. Tarlanın kenarındaki ağaçların altına yönlendirdi adam herkesi, bir süre burada bekleyeceklerini ve herkesin tuvalet vb ihtiyaçlarını gidermelerini, sert bir ifadeyle söyledi. Cemal Amca hemen kendisine bir tütün sardı ve bağdaş kurdu. Bir tarlanın kenarında olmak, toprak kokusunu hissetmek ona çok iyi gelmişti. Derin derin tütününü çekti ve tarlaya doğru savurdu dumanı. Neşelenmişti Cemal Amca. Toprak, tarla ve ağaç gölgeliği ona köyünü hatırlatmıştı. Arka arkaya sardığı tütünleri, saatlerdir içememenin acısını çıkarırcasına içti. Kader yolculuğu yaptığı insanların arasında, en çok çocuklu aile dikkati çekmişti. Karı koca ve iki yaşlarında bir çocuk. Çocuğun hiç sesini çıkmıyordu, sanki nefes bile almıyor gibiydi. Diğer dört kişi 23-25 yaşlarındaki gençlerdi. Kimi Almanya, kimi Fransa yolcusuydu. Tek çocuklu aile ise kendisi gibi İngiltere yolcusuydu. Demek ki bu aileyle hep birlikte yolculuk edeceklerdi. Kimseyle konuşmuyordu Cemal Amca. Herkesi dinliyor, duyuyor; ama sohbet etmiyordu. Zaten konuşacak bir şeyi de yoktu.

Akşam saatlerinde, adam bir minübüsle geldi yanlarına. Araca binildi ve kısa bir yolculuktan sonra, ıssız bir alanda üç dört evin olduğu bir yere gelindi. Adam herkesi arabadan indirip, iki eve yerleştirdi. Burada kalacaklardı bir süre. Evlerin içi ne çok temiz, ne çok pisti. Cemal Amca, çocuklu aile ile birlikte evlerden birine yerleştirildi. Karı koca kendi arasında çok düzgün bir Türkçe'yle konuşuyorlardı. Adam ve eşi kaygılıydı. Bu kaygının nedeni, az sonra anlaşılacaktı. Kapıdan içeriye Ali denen adam girmiş ve kadının kocasına: "Parayı almaya geldim umarım hazırdır," diyerek adama yaklaşmıştı. O sırada adamın karısı, dışarıdaki lavaboda elini yüzünü yıkayıp odaya girmişti. "Ne parası istiyorsun be adam! Kanımızı emdin yol boyunca, yetmedi mi?" diye bağırınca, adam karısının ağzını eliyle kapattı. Geri dönüşü yoktu bu saatten sonra. Karısına dönerek, ne kadar para varsa vermesini, gittikleri yerde para bulacaklarını fısıldayarak söyledi. Kadın kızgındı. Kocasına kaşlarını çatarak, büyük bir öfkeyle baktı. Sonra dönüp çantayı açtı, bir beze sarılı olan parayı çıkardı ve kocasının hiç yüzüne bakmadan eline tutuşturdu. Koca, parayı alıp saydı ve adamın eline verdi. Adam "Bu eksik yaa… Dalga mı geçiyorsunuz benimle? Ya bu parayı şimdi verirsiniz ya da başınıza gelecek olanları siz düşünün!" diyerek bir tehdit savurdu. Adam karısına dönüp baktı. Karısı ona "Mahvettin bizi Osman, mahvettin!" diyerek boynundaki altın zinciri ve elindeki evlilik yüzüğünü çıkardı. Kocası da kendi parmağındaki yüzüğü çıkartarak Ali'nin eline verdi. Ali bir anda keyiflenmişti. O sert adam gitmiş, yerine yumuşak ve anlayışlı bir adam gelmişti. "Ben sizin için her tehlikeyi göze alıyorum, parasız hiçbir şey olmuyor Osman. Sen yolun yarısında parayı vereceğine söz vermiştin o akşam, ama kumarda iki katını borçlandın bize. Neyse şimdi oldu, bitti borç," derken ağzı kulaklarına varıyordu. Ali odadan çıkar çıkmaz, kadın hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. "Ne için, ne için tüm bu eziyet, bu çile, bu çocuğumun çektiği acı niçin ha niçinnnn?" Kocası hiç sesini çıkarmamış, tek sandalyeli küçük masaya oturmuş, ellerini başının arasına alarak öylece kalakalmıştı. Kadın masanın başına gelip dikildi kocasının tepesine ve "Eğer bu parayı ben saklamamış olsaydım, eğer boynumdaki altın zincir ve parmağımızdaki yüzükler olmasaydı ve adam yola çıkmadan önce oynadığın kumar borcu karşılığı beni isteseydi… Ne diyecektin Osman, neeeee?" Cevapsız ve acımasız bir soruydu. Yaralı kadın, kocasını en hassas yerinden yaralayarak intikamını alıyordu. İkisi de susmuştu. Kadın söylediklerinin ağırlığının farkına varmıştı. Ve umut yolculuğunda ilk yara alınmıştı. Belki de birlikte oldukları her an, bu sözler bir yerlerden yeniden patlak verecekti. Kocasının irileşen gözleri ve sıktığı yumruğu, bunun işaretiydi.

Cemal Amca'nın hiç farkında değillerdi. Cemal Amca ise iki kişilik kanepeye oturmuş ve tüm olup bitene tanıklık etmişti.

"Para gider, para gelir. Gelmeyen an'dır. Elinizdeki yaşamın ve bu birlikteliğin değerini çok iyi bilin. Yarın birbirinizi kaybettiğinizde, ahh eder, vahh edersiniz, ama asla geri getiremezsiniz."

Cemal Amca bu sözleri o kadar şefkatle söylemişti ki, karı koca hem onun farkına varmış, hem de böylesi bir anda birinden birinin söylemesi gereken, ama bir türlü söylenmeyen cümleleri o söylemişti. Kadın bir Cemal Amca'ya bir kocasına bakmış ve sonra başında dikildiği sevdiğinin ellerini tutmuştu. Kadının bu haraketi, şefkat taşımıştı bir an her ikisine... Gözleri dolan kadın mutfağa yönelip, ne var ne yok diyerek, bütün dolapları kurcalamaya başladı. Çay bulmuştu. Bunu müjdeli bir haber olarak verdi. Beş dakika önceki kasvetli hava gitmişti. Kadın çayı hemen demleyip, evde bulduğu su bardaklarına doldurup kocasının ve Cemal Amca'nın önüne koydu.

Sabah erken kalkmıştı Cemal Amca. Hemen bir tütün sarıp kapıya çıkmış ve sabah serinliğini içine çekmişti. Sabah erken kalkan sadece o değildi. Ali de kalkmış, herkesi uyandırmaya başlamıştı. Elindeki cep telefonuyla da hararetli bir konuşma yapıyordu bir yandan. Cemal Amca'yı görünce, "İyi, siz uyanmışsınız. Diğerlerini de uyandırıverin," diyerek geri döndü. Cemal Amca, karı kocanın uyuduğu odanın kapısını çalarak onları uyandırdı. Ali herkesi bir evde toplayıp, birazdan yola çıkacaklarını ve hayli uzun bir yol gideceklerini, bu yüzden herkesin tuvalet vb ihtiyaçlarını gidermelerini, uzun bir söylevle anlattı. Az sonra kendilerini getiren araç kapıya gelmiş ve hepsi bindikten sonra, tekrar tırdan indikleri yere gelmişlerdi. Onları orada, başka bir tır bekliyordu. Arka kapak açıldığında, tırın boş olmadığı, ön tarafa yığılmış su paletleri olduğunu gördüler. Paletlerin arka tarafı boştu. Daracık bir boşluktan paletlerin arkasına geçti herkes. Ali çocuklu aileyi durdurup, onların eline iki adet hap vermişti. Kadın nefretle aldı adamın elinden hapları ve en son onlar paletlerin arkasına geçtiler. Ali herkese "En önemli sınıra gidiyoruz. Sıkı kontrol var. Kimse, ama kimse sakın gıkını çıkartmasın. Tek bir ses bile olmamalı. O çocuğa da ilacını içirmeyi unutmayın, 2 saat sonra." diyerek kapatmıştı tırın kapısını.

Yeniden karanlığa gömülmüştü herkes. Uzun yolculuk başlamıştı. Dört-beş saatlik bir gidişattan sonra, tır yavaşlayıp manevralar yaparak, iyice yerleşip durdu. Saatler geçmek bilmiyordu. Cemal Amca içten içe kendisiyle konuşmaya başlamıştı. Neden yeğeninin göz yaşlarına kandığını düşünüyordu. İki gözlü gecekondusunda yaşıyordu ve alışmıştı İstanbul'a. Oysa şimdi, bir tırın içinde perperişan gidiyordu bir yerlere. Altmış yaşındaydı artık. Altmış yaşında, kendisini neyin beklediğini bilmediği bir yolculuğa çıkmıştı. Ağır geliyordu şimdi bu yolculuk ona, hem de çok ağır. İçinden, çıktığı bu yola da, yolculuğa da bin pişman olmuştu. Kafasında bunları düşünmenin yorgunluğuyla daldı uykuya. Tır yeniden manevralar yaparak haraket ettiğinde, uyandı birdenbire. Sidik kokusu vardı tırın içinde, hem de çok keskin geliyordu. Sonradan fark etmişti, tırdakilerin bir köşeyi tuvalet için kullandıklarını. Tır bir yerde yavaşlayıp durmuş, yarım saat kadar sonra da kapısı açılmıştı. Ali, herkesin sessizce inmesini söylemişti. Herkes inmişti tırdan. "Almanya'ya hoş geldiniz," dedi. Burada kalacak dört kişinin yolculuğu bitmişti. Adam telefonla bir iki görüşme yapmış, tır hemen gözden kaybolmuştu. Daha sonra, bir restoranın arka kapısından yolcularını içeri soktu. Sahibi Türk'tü. Yola çıktıklarından beri ilk defa sıcak yemek yemiş ve karınları doymuştu. Restoranın sahibi çok sevimli ve sıcak davranışlıydı. Kendince espiriler yapıyor, tanışmaya çalışıyor ve herkese Almanya'yla ilgili, küçük küçük bilgiler veriyordu.

Bir saat sonra arka arkaya gelen iki araba, dört genci alarak gitmiş, aile ile Cemal Amca şebekeciyle başbaşa kalmışlardı. Şebekeci uygun bir anda, "Buradan arabayla Fransa'ya geçeceğiz. Oradan da sizleri İngiltere'ye aktaracağız." diyerek, kendilerini Fransa'ya geçirecek arabayı beklemeye başladılar. Akşama doğru gelen bir arabayla, Fransa'ya geçtiler. Adam, "Artık Fransa topraklarındayız" dediğinde, kimse ne zaman ve nasıl geçtiklerini anlayamamıştı.

Yeni yolculuğun sonunda, bir Türk oteline yerleştirmişti Ali herkesi. Ertesi gün "Çok şanslısınız. Başka zaman olsa, bazen aylarca bekliyor insanlar burada. Ama bu sefer çok hızlı oldu her şey. Yarın İngiltere'ye geçeceksiniz. Bir tır hazır." diyerek yeniden yollara düşülmüştü. Sayı azaldığı için, daha az dikkat çekiyorlardı. Yaşlı bir adam, karı koca ve bir çocuk, en az dikkat çeken şeydi. Gece tırın içinde olacaklar ve taşıtları karşıya taşıyan gemiyle denizi aşarak, İngiltere'ye giriş yapacaklardı. Cemal Amca içinden, bütün tırların bu şebeke için çalıştığını düşündü bir an.

İngiliz emniyetinin, en tehlikeli polis olduğunu söyleyip durmuştu şebekeci Ali. Sürekli uyarmıştı. Karı kocaya, çocuğun hapının verilmemesi halinde çıkacak bir sesten, herkesin yakalanacağını söylemiş ve yine kadının eline ilaç tutuşturmuştu. Bu ilaç uyku hapıydı. Yol boyunca her sınıra yaklaşıldığında, bu hapı anne çocuğa içiriyor ve çocuk derin bir uykuya dalıyordu. Çocuk, ölü gibi uyuyordu. İnsan tacirlerinin bulduğu bu yol, çocuğun ölümüne neden olabilirdi, ama bu onları ilgilendirmiyordu. Para için her şey mübahtı. Ölüp ölmemesi onların sorunu değil, anne ve babanındı. Ahlaki olmayan bir işten, ahlaki tavır ve ilke beklenemezdi. Her oyunun bir kuralı vardı. Ya anne ve babanın ahlaki sorumluluğu? En az insan taciri kadar, onlar da suçluydu.

Gece yarısı bindiler tırın içine, çocuk yine uykudaydı. Sallantılı bir yolculuktan sonra, nihayet İngiltere'ye geçilmişti. Hiçbir sorun çıkmamıştı. Biraz da şanstı bu... Zaten, umut yolculuğu neydi ki? Bir şans oyunuydu.

Belirsiz bir saatti. Tır yeniden haraket edip bir yerde durduğunda, son durağa gelinmişti. Tırın kapısı açıldı. Bu kez kapıyı açan Ali değil, bir başka Türk'tü. İlk defa yüzünü gördükleri bir adamdı. Önce karı koca, çocuklarıyla aşağı indi. Sonra da Cemal Amca indi tırdan. Şoför "Birazdan yakınlarınız bu benzinlikte olur." demiş, başka da bir şey demeden hemen tıra atlayıp gitmişti.

Karı koca, çocuğu uyandırmaya çalışıyorlar, ama yavrularını bir türlü uyanmıyordu. Cemal Amca olanları uzaktan seyrediyor ve çocuğun ölmemesi için, dudaklarından dökülen fısıltılı bir sesle dualar ediyordu. Anne paniklemişti. Yavrusunun yüzüne tokat atıyor, şişedeki suyu döküyor, ama çocuk uyanmıyordu. Kocası bir yandan karısını yatıştırmaya çalışıyordu. Diğer yandan da çocuğu karısının elinden almak istiyor, ama eşi vermiyor "Uyanacak benim yavrum, uyanacak benim yavrum!" diyerek ortalığı bağırtılara boğuyordu. Cemal Amca, gözlerinden sessizce boşalan yaşların farkında değildi. Ama, sessizce ağlayışında, gözlerinden yaşlar oluk oluk akıyordu. Annenin çığlıkları ve feryadı inletiyordu ortalığı... "Uyanacak benim yavrum!" diye bağırıyordu. Baba kafasını yumrukluyor ve ne dediği anlaşılmıyordu. Benzinlikte bulunan İngilizler, tabloyu şaşkınlıkla izliyorlardı. İlk şaşkınlık geçtiğinde, birileri hemen polis ve ambulansı aramış, sonra yine bu çırpınışları gözyaşları içinde seyre dalmışlardı.

Benzinliğe giren bir araç, hızla Cemal Amca'ya yaklaştı. Yeğen Hasret kargaşayı uzaktan görmüş ve benzinliğe telaşla girerek, polis gelmeden Cemal Amca'yı ordan çıkarmak istemişti. Hasret, amcasının yanında durup "Amca çabuk bin, çabukkkk!.." diye seslenmişti. Ama, Cemal Amca onu duymuyordu. O, anne ve babanın feryadının içindeydi ve hâlâ çocuğun ölmemesi için dualar ediyordu. Hasret arabadan inip, amcasını yaka paça arabaya bindirdi. Annenin sesi ise ortalığı yıkıyordu. "Uyanacak benim yavrum. O uyudu. Uyanacak benim yavrummmmm!"

Onlar benzinlikten çıkarken, karşı yoldan polis ve ambulans aynı anda siren sesleriyle geldi. Hasret, amcasının şok geçirdiğini anlamış ve teselli etmek için konuşmaya başlamıştı, "Amca bak, ambulans gitti olay yerine, merak etme her şey bitti."

Ama amca konuşmuyordu, arabanın içinde tütün tabakasını çıkardı ve tütün sarmaya başladı. Tütün sararken hâlâ dua mırıldanıyordu.

akinolgun@mavimelek.com

Diğer Öyküler

MaviMelek | Retorikler | Öyküler | Şiirler | Derlemeler | Gökçeyazın | Denemeler    ©2007 MaviMelek            website metrics