[Deneme]"Sönmüş Bir Yıldızın Parıltıları" | Levent Açlan"IŞIĞI HÂLÂ BİZİ AYDINLATAN ÖLÜMSÜZLÜĞÜN YAZARINA!"“Yeni doğanın, kulağına fısıldayacak neyimiz var Üniversite yıllarında tanışmıştım Oğuz Atay metinleriyle. Dillere pelesenk olmuş ve adeta bir “KUTSAL KİTAP” misali kulaktan kulağa dolanan, TUTUNAMAYANLAR'ı ilk okuduğumda doğrusu çok da bir şey anlamamış ve yıllar sonra tekrar okumak ihtiyacı duymuştum. Bu yazıyı hazırlamak için giriştiğim okuma serüvenimde birçok sürpriz ile karşılaştım ancak bir şey fark ettim ki, Oğuz Atay metinlerinin en zor ve kapalı olanı Tutunamayanlar'dı ve onu anlamak için hem insani duyarlılıkların hem de kültürel birikimin ortalama olması kesinlikle yeterli değildi. Zaten Oğuz Atay da bir söyleşisinde bunu açıkça dile getirir: Hangi insan'ı yazıyordu Oğuz Atay?Bugün Oğuz Atay, kitapları onlarca baskı yapmış, üzerine yüzlerce inceleme ve makale yazılmış bir yazar. Nasıl oluyordu da yaşarken ödül almış olmasına rağmen, ne yeterli ilgiyi görebilmiş ne de kendi yaşadığı dönemin (aydın/entelektüel) çevrelerince kâfi derecede anlaşılabilmişti?Yazarın yalnız kalmışlığına ilişkin bir röportajında şöyle diyor Murathan Mungan: Peki, neydi Oğuz Atay'ın derdi? Ömrünün son yedi yılında, çektiği onca ruhsal ve fiziksel sıkıntıya rağmen, neydi Atay'a iki bin sayfayı aşkın bir külliyat yazdırtan? Atay, bir röportajında şöyle açıklıyor bu durumu: Bu noktada şu soru gelebilir akıllara ve gelmesi de son derece olağandır: Hangi insan'ı yazıyordu Oğuz Atay? Onun kitaplarında karşımıza çıkan karakterleri şöyle bir anımsarsak durum aydınlığa kavuşur sanırım. Tutunamayanlar'ın Turgut Özben'i ve Selim Işık'ı, Tehlikeli Oyunlar 'ın Hikmet Benol'u ve Albay Hüsamettin'i, Oyunlarla Yaşayanlar'ın Coşkun Ermiş'i ve Eylembilim'in Server Gözbudak'ı.
Bir röportajında Ece Ayhan da insana ve onun karmaşıklığına yönelik şu sözleri söyler: “Uyuttular alkışladık, Uyandırdılar alkışladık.” Disconnectus ErectusBugün Oğuz Atay'ı kaybedeli 35 yıla yaklaşırken şu soruyu sormadan edemiyor insan: Seni ne kadar anlıyoruzdur acaba Oğuz Abi?Yalnızlaşan insan tapınmak için alışveriş merkezlerine koşuyor. Kitaplar ise raflarda en afili yerlerde öylece ve anlaşılmaz bir gülümsemeyle, insanların ta gözlerine bakıyor ve susuyor. Düşünüyorum, umudun olmasa nasıl yazılırdı onca kitap. Peki ya yazmana neden olan olaylar ve durumları nasıl açıklayabiliriz? Acaba Romain Rolland'ın formüle ettiği biçimiyle, “düşünmeye dayanan bir kötümserlik, iradeye dayanan bir iyimserlik” miydi sana bu çelişik durumda dayanma gücü veren? Gece olup gözlerimizi uzak bir ufka doğru çevirdiğimizde, gerek ışığı gerek şekliyle bizi kendine çeker o yıldız. Oysa söneli belki de milyonlarca yıl geçmiştir ve biz, eksik ve sınırlı varlık insan! Buna rağmen o yıldızı görebildiğimizi düşünür ve hatta bununla da yetinmeyiz. Yaptığımız onca araç gereç ile bu algımızı daha da derinleştirmek için, yanımızda duran insanın gözlerine bakmak yerine, çok ama çok uzaklara çeviririz gözlerimizi. Brecht olsa belki şunu sorardı: Peki, o yıldızı görmenin yararı nedir? Evet, sevgili yazar Oğuz Atay, bu soruya her okurun cevabı farklı olabilir, benim yanıtım ise şu: Bir toplum kaybedenleri göre göre, neden kaybetmediğini görebilir! Yıldız Ecevit Oğuz Atay'ın eserlerinde bolca otobiyografik unsur olduğunu söyler ve yazar açısından, hem çok verimli hem de bir o kadar mayın tarlası durumundaki bu kaynağı işlemesindeki mahareti şu sözleriyle aktarır: Demiryolu Hikâyecileri'ne dair:Oğuz Atay bu öyküsünü ölümünden kısa bir süre önce tamamlar ve Türk Dili dergisine gönderir. Öyküde, bir tren istasyonu ve bu istasyonda yaşayan ve çalışan insanlar bulunur. Yiyecek satan ve halkı temsil eden kişilerin yanı sıra, bir de devleti ve Atay'ın da içine işlemiş olan bir gücü sembolize eden istasyon şefi yer alır. (Şef, açıkça genç Yahudi Kafka'nın vücut bulmuş halidir.) Gelen geçen trenlerdeki yolculara hikâye satmaya çalışan üç yazar ve bunların çevreleriyle olan ilişkisi ve sonunda yalnız kalan yazarın, okuyucusunun nerede olduğunu soran bir final ile öykü tamamlanır.Oğuz Atay bu öykü ile kırgınlığını açıkça dile getirir. Ancak belki de onun oyun ile olan sıkı bağı ve sitemle bile olsa soru sorması, içinde derinlerde hâlâ bir anlaşılma umuduna işaret eder sanki. Nasıl okumalı?İlk okuduğum zaman Tutunamayanlar'dan aklımda kalan birkaç şey vardı yalnızca. Aksaraylı Dıragut ve Selim'in ölümünden sonra pusulası kırılmış bir gemi gibi ortalıkta dolanır görünen ama bir çıkış arayan Turgut'un gelgitleri.Şimdiyse, yani on yıl sonra yeniden Oğuz Atay külliyatını yeni bitirmişken edindiğim izlenim şu oldu: Oğuz Atay artık bir markalaştırılma sürecine çekiliyor ve Tutunamayanlar adeta bir mit ambalajına sarılarak, ne yazık ki edebiyatın metalaştırıldığı bir zamana doğru ilerliyor. Oysa bu sorun bir tarafa, onun Eylembilim, Oyunlarla Yaşayanlar ve Bir Bilim Adamının Romanı kitaplarından başlanırsa ve Günlükler'i ile ardından öyküleri okunacak olursa inanıyorum ki Tehlikeli Oyunlar ile Tutunamayanlar, ilk yüz sayfası bitmeden elden bırakılan kitaplar olmaktan çıkıp yazarının hak ettiği ilgi ve anlaşılırlığa kavuşacaktır.
Yazdığı dönem Oğuz Atay'ın temelde öz bakımından görünürdeyse biçim açısından, anlaşılması bir yana, neredeyse görmezden gelinmesine neden olmuş ve bu ayrışma yazarın da, aydın/entelektüel/münevver çevre ile arasında tamiri imkânsız bir kopuşa neden olmuştur. Belki de bu nedenledir ki oyun ile haşır neşir olan Atay, ileriye bakmaktansa kavgasını içten içe sürdürdüğü “baba” imgesiyle, 1974 yılında günlüğüne babası için yazdığı mektupta uzlaşır. Evet, babasının ve kendinin hayata ve sanata bakışları taban tavana zıttır ancak Oğuz Atay, babası üzerinden tercihini yapar. Atay, Cumhuriyet dönemi aydınını, yaşadığı zamanın aydın/entelektüellerine tercih eder.*
|


İlk bakışta neredeyse hiç sorunu olmayan, törensel durumların saygı duyulan ve varlıklarıyla bu törensi oyuna sahicilik katan ve bu yüzden de kurtlar sofrasının kazananı ve ulaştıkları mertebenin hak edenleridir bu insanlar. (Ama görünüştedir bu ve görünüş nereden ve nasıl baktığınızla değişebilir.)
Sonuç: