[Deneme]"Yanık Saraylar’a Giriş ve Sevim Burak’ı Anlamak" | Onur Avcı"TUTUNDUĞUMUZ İPİN UCU YANIKTIR"Plastik bir görsellik ve sıvı bir dilsellik. Sevim Burak yazınına girerken göreceğimiz ilk şey, ele avuca gelmezliğin yazıya sarılmış hali olacaktır. Bu yüzden bir nesnenin plastik veya sıvı olması durumlarını, yazarın yazılarını tarif ederken de yardımcı sıfatlar olarak kullanabiliriz diye düşünüyorum. Fakat plastik ya da sıvı olan bir şey kırılmaz/kırılamaz diye bilinir. Burak ise, dili kırabilmiş, bu kırılganlığı da bir bütünsellik içinde sunmayı başarabilmiştir. Bu anlamda Türkçe edebiyatta apayrı yollardan da mesafe alınabileceğini ispatlamış bir dil mühendisi diyebilir miyiz Burak için? Kuşkusuz böyle… Paramparçalık aslında dokunulmazdır
Hazır bir resim akımı örneği de vermişken, Sevim Burak'ın resim ile olan münasebetini atlamak imkânsız hale geliyor. Hem resme ilgisi olan, hem terzi yani zanaatkâr olan yazarın kurduğu imge yoğunluğunu ve karmaşıklığını, zanaatkâr bir avangart yazarın, bir tabloya diktiği rüya boyası olarak betimleyebiliriz. Gerçeküstücü öğelerin güçlülüğü ve kesik anlatılar, zamanın parçalanmış halinin içinde, dağınık görünen bir konu bütünlüğüyle verildiğinden dolayı Sevim Burak edebiyatı sahiden muğlâktır ve az evvelki karışık tanımlamayı hak etmektedir. Aynı zamanda belirsizlik hali, mekânsallığa da sıçramıştır ve ruhsal çalkalanışların kısmen aforizmalarını, kısmen de kontrol edilemeyen düzensizliğinin sunumunu görürüz tüm metinlerinde. Dili kırılgan, öznesi kaotik, gerçeküstü imgeleri yuvalarından çıkaran ilk eseri olan Yanık Saraylar aslında okuyucuya sunulan böylesi bir armağandır. Dante'nin İlahi Komedya'da, cehennem tasvirine girişte “Ey buraya giren, bütün umutlarını ardında bırak!” uyarısına benzer biçimde Yanık Saraylar'ın daha ilk sayfasını taradığımızda, öykülerden bekleyeceğimiz umudun değişmesi ya da klasik umutlanışların yok edilmesi gerektiğini kavrarız. Kaldı ki, umutsuzluk mekânında Sevim Burak'ın tanrısıdır Kafka. Ve bu umutsuzluğun ne demek olduğunu bilmeyen bir okur da yoktur: Tarihe, insana, topluma, geleceğe karşı olan bir karamsarlık ve altüst oluşun yarattığı bir enkazdan nefes boşluğu arama çabası. İşte Burak, biz yolcularına bütün bu arayışların, umutsuzluğun veya kemiksizliğin hissiyatlarını kendi sularında paylaşabilme imkânını sunmuştur. Yanık Saraylar tam da bunun miladıdır.
Kaldı ki, Burak çizdiği karakterlerin tamamen farkındadır. Karakterler grotesk biçimde ele alınmaz, alınsa da toplum ve birey nezdinde ifade ettikleri bir temsiliyet de mevcuttur. Yalnız yine öykülerindeki bütünsel olay örgüsünde olduğu gibi, karakterler de bir oyun-gerçek savaşımının ortasında bize sunulur. Karakterlerin varlığına tam anlamıyla emin olup olamamaya takılmak yerine, oyun ve gerçeğin iç içeliğinde boğulan, varoluş/yokoluş denklemi üzerine düşünmek daha akılcı olacaktır. Zaten, çok katmanlı kurgularında, dil oyunları egemenliğinde, hayalden gerçeğe, gerçekten rüyamsı tabirlere atladığını görürüz satırların. Bunu ise klasik anlamda öykü kurulumunun yıkılışına dair bir haberci olarak görmek gerekiyor. Daha fazla anlam aramak, -ısrarla vurguluyorum- Sevim Burak'ın yaptığını kategorize etmeye dönüşecektir ve bu da sağlıklı bir yöntem olmaz. Kısası, Sevim Burak metinlerinde bütün kelimeler, cümleler, hatta harfler yağmur gibi kâğıda düşerler (ki düşmek -hatta pencereden düşmek- Yanık Saraylar'daki öykülerde sıkça kullanılan bir eylemliliktir. Düşüş önemli bir seçenek Burak için), donarlar, buharlaşırlar ve tekrar sıvıya dönüşüp akar-giderler. Bu akıntıyı bilen okuyucu, bu özgür sulara kendini özgürce bırakmalıdır ki suyun kaynağı yağmurun tadına varabilsin. Yoksa, zaten kaç kişi sever ki ıslanmayı? ~~~ |


Peki, bu kadar üzerinde durmaya çalıştığım farklı üslubu ve kurduğu dili Türkçenin sınırlarına muhalifliğiyle yargılayacak mıyız, yoksa sınırsızlığını keşfetmiş olmasıyla ödüllendirecek miyiz? İşte bu soruya yanıt verebildiğimiz yerde başlıyor Sevim Burak ile diyalojik ilişkimiz. İlkini yaptığımızda (ki 60 kuşağı eleştirmenlerinin genel duruşudur bu) estetizmden uzak bir algı ile yazarı sıfır noktasına indirgemiş oluruz. Fakat ikinci seçeneği tercih ettiğimiz anda, sözüm ona “Sevim Burak anlaşılmazlığını” bertaraf etmiş ve bir lahza yazarı anlamaya doğru açılan cesaret kapısını aralamış olacağızdır. Bazı sanat eserleri böyle ele alınmalıdır, çünkü böyle yaratılmışlardır. Yani nasıl ki kübist bir tablodaki surat çiziminin geometrik olmasına karşı çıkılamaz, “bu resim değildir”(!) denilemez ise, Sevim Burak yazınında da paramparçalık aslında dokunulmazdır.
Harfler yağmur gibi kâğıda düşerler