[Öykü]"Şey" | Ümit Karadağ"ŞEY, ÖYLE BİR ŞEYDİR Kİ, ŞEYDEN BAŞKA HİÇBİR ŞEYLE TARİF EDİLEMEZ!"Üç gece buldum ayın ötesinde; kendime dönüşün umulmaz keşfindeyken. Ürkek bir seferi gibi bütüne bulanıp dikildi karşıma. Ayakta zor duruyordu, kayıp bir anda kendini omuzlarından mandallayıverdi göğün bitişiğindeki ipe. Ruhban kaçmış gözlerini, gözlerime dikip konuşmaya başladı gergin sesiyle. “Oldum, bildim, sevdim” diyerek başladı söylevine. “Ortaya bir yokluk peyda oldu bir gün, oradan oraya savrulurken biçimsiz varlığım. Vardım ama yoktum! Sonra ‘hisset ve ol' diye bir ses duyumsadım tanımlayamadığım bir yerimde. Ses büyüdükçe ben de büyüdüm. Önce bir pencere açıldı duyumsadığım yerden, fikrim bedene büründü, gaybın ortasında savrulmayı bırakıp kilitlendim pencereye. Boşluğa damlayan tik taklara uydurdum bilinmezin içinde var olan şeklimi. Milyonlarca el, usta bir hamurkâr gibi hücum etti biçimsizliğime. Yoğruldukça korkum yön buldu, devinim beni penceredeki şefkatli sese sürdü. Ses, ‘itaat et!' diye buyurdu. Tüm varlığımla itaat ettim sese. O eşsiz kurgunun titreten hükmüne boyun eğdim ve sevdim. Bilmek içine gömülü odacıklara doldu, sevdam. Büyük bir karanlığın içine, gri kelimelerden sütunların üzerine kondurdu olmak ve bilmek beni. Sonra, seni beklemeye koyuldum asırlarca. Eksik bir yan gibi kucakla beni! Sar kadife ruhuna. Hadi!..” Buğulu bir kucak açıp, koynuma aldım Şey'i. Anlaşılmaz bir korku sardı belleğimi. Adımlarım büyüdü, sıçrayarak ilerlemeye başladım gri kelimelerden oluşmuş sütunların üzerinde. Yol kısaldıkça, karanlık büyüdü… Kentli korkular diyarında bir adam tanımıştım. Şahbaz evlek dölü derlerdi namına. İsmini hiç öğrenemedim, bilmek de istemedim. “Korkular sündürüldükçe gerçekler ayyuka çıkar” demişti bir gün. Ona bu gün hak veriyorum. Korkuyorum... Kısa bir an sonra kucağımda şey, gözlerimi zifire kesen karanlığın içinde, son sütunun üstünde kalakaldım. Yatkın olduğum bir yön seçip, boşluğa bir adım attım. Sebeplerin sancılı sürecine inkâr getiren körkütük sarhoş avazlar yankılandı kulaklarımda, bedenim boşluktan aşağıya kayarken. Düştüğüm derin kuyunun zeminine değince kıçım, Şey, kucağımdan fırlayıp yallı yullu bir kapıya doğru koşmaya başladı. Dikine bir ‘A' harfine benziyordu kapı. Kapıdan sızan ışığa doğru yürümeye başladım. Şey'i kapının önünde diz çökmüş secde ederken buldum. Durup izlemeye başladım onu. Şey, başını yerden kaldırıp; “Rüya içinde rüya görüyorsun!” deyip, ani bir hareketle şakaklarımın arasına doğru hamle yaptı. Beynim aç bir köpek gibi emmeye başladı alnımın ortasına gömülen Şey'i. Mekanik sesler duymaya başladım beynimin içinde. Gıcırdayan dişlilerin birbirleriyle kenetlenme sesine benziyordu. Burnumdan oluk oluk kan fışkırmaya başladı. Kalbim, dilimde atıyordu sanki. Acıdan kapanan gözlerimi açıp, kapı aralığından sızan ışığa baktım. Artık Şey bendim. Belirsizleşmiş ellerimle kapıyı iterek açtım. Işık bedenimdeki tüm karanlık haznelere doldu. Kocaman bir nefes çektim içime, etrafımı saran ıtırlı havadan. Ay bir tepenin ardından bana bakıyordu... Kelimelerin kekremsi ekşiliğinde var olan kavgam, gümüşten bir siluet olarak aksedip yanıma sokuldu. Elimden tutup ayın ardındaki üçüncü geceye doğru sürüklemeye başladı beni. Yaklaşan geceye koşmak, seferi yıldızların tepemde olduğunu bilmek, göze aldığım her yeni güne hasretle kollarımı açmak. İçinde gizemli illetler besleyen şehvetin masum yüzü, arkasını göremediğim kalın duvarlarla örtülü uçuk sarı gözyaşları. Cesedime rahmet dileyen dergâh pirlerinin bitli hırkalarına bulaşmış haysiyetsiz salyalar. Muhakeme sınırlarında koyulmuş yasaklara siper edilmiş angut kelamlar curcunası eşliğinde, eşitliğe bir adım önde girme çabalarım... Suretten halkedilmiş yansımaların debdebesi, ayın sonsuz gibi görünen halelerini sarmış, kör eden ışığı, başı eğik kendimciklerin suratlarında yansıyor. Yüzlerce dudaktan aynı tonda çığlıklar sarıyor geceyi. Beni gördüklerinde, ellerini bana uzatıp “Sor!” diye bağırıyorlar hep bir ağızdan. İçimdeki Şey'le dönüyor kâinat etrafımda. İçimde çırpınan soruyu kusuyorum yüzlerine: Küçük adımlarla kendi etraflarında dönmeye başlıyor kendimcikler, zirzop denyolar! Sonra durup, melül melül bakıyorlar yüzüme, keşfetmeye çalıştığım Ben'i bünyelerinde barındırdıklarını bile bile, bir köpeğin efendisine baktığı gibi bakıyorlar yüzüme. Abuk bir tiksinti peyda oluyor yüz kaslarıma. Nefret ediyorum kendimciklerden, azarlarcasına sesleniyorum Ben'i eksiklere: -Yıllardır, frengili bir orospunun rahmine düşmüş âmilsiz cenin gibiyim, sadece, bana verilenle besleniyorum. Kanı damarlarımda yürüdükçe deliriyorum. Ne ileri ne geri! Sıkışıp kaldım bulunduğum yere. Cebelleştiğim kanunlar, mekanik günlere sıkıştırıyor hayallerimi. Hayallerimi bile tutsak etti bu hâl! Artık zoraki hapsolduğum bu durağanlıktan azlimi istiyorum, hatta emrediyorum size! “Azledici biz değiliz!” diyerek cevap verdiler hep bir ağızdan. İçimdeki Şey tekrardan çırpınmaya başladı. Kıpırdanışlarını göğsümde hissetmeye başladım, tırnaklarımı göğsüme geçirip ikiye ayırdım göğsümü. Şey, içimden fırlayıp önüme dikildi. Tırnaklarım kaburgalarıma batmışken anladım Şey'i: “Şimdi tanıdım seni!” diye haykırdım Şey'e. Sen asıl olansın! Sen şekillendirensin! Bitmek bilmez gelen yola damlamış bir germ hücresinin, yolk sac duvarından ameboid hareketlerle hayata sızışındasın. Seslenince gelen buhranlarımda, damağıma yapışan korkunun omuzladığı telaşımsın. Sen hep adını koyamadan bildiğimsin. Kaybettiğimsin! Gözyaşlarım, tırnaklarıma geçmiş kanayan kaburgalarımdaki kana karışırken, Şey arkasını dönüp kendimciklere doğru yürümeye başladı. Savunmasız, cıscıbıl bakakaldım arkasından. Olduğum yere çöktüm, şakaklarımda hâlâ cevaplanmayan soruların sancısını hissediyordum. Olduğum an, hiç görünümlü sefaletimin yansımasıydı. Şey, uzaklaşırken adım adım benden, yüz çevirdiğim, korktuğum, fellik fellik kaçtığım sorularla yüzleştiğim için gurur duydum kendimle. Habis insanların içine hapsolmuş erdemlerin ara sıra karaktere yansıması gibi, bir anlık da olsa sıkıştığım kısıtlı alanı yırtarak gerçeklerden oluşmuş havayı içime çekmiştim. Ben, teselli cümleleri ararken zonklayan belleğime, kendimcikler de, Şey'in arkasına düşüp uzaklaşmaya başlamışlardı. Ayın ışığı kötürüm ruhumdan, ıslak belleğime yansırken, kendimciklerin sesleri yankılanıyordu kulaklarımda:
|

