[Öykü]"Takma Dişler" | İlke Keleşoğlu"ÜÇ BEŞ KİŞİ YA VAR YA YOKTUK"Turgut Uyar’ın “Tel Cambazı”na, Üç kişiydik. İkisi de benden yaşça büyüktü. Bu hemen anlaşılıyordu yüzlerinden. Sağdaki koltukta oturan, diğerine göre biraz kiloluydu. Bu sıcakta delirmiş gibi uzun kollu siyah bir gömlek giymişti. Gerçi içerisi serindi, klima çalışıyordu, ama insan dışarıda nasıl dururdu o gömlekle? Diğerinin giysileri daha mantıklıydı. Keten bir şortu vardı ayağında. Bak bu çok uygun bir giysiydi böyle bir havaya. Üstüne de kısa kollu bir tişört giymişti. Her neyse, üç kişiydik işte. Diğerlerine “Hoş geldiniz”, bana “N'aber Mustafa?” dedi doktor. Diğerleri başını salladı. Ben, “İyi,” dedim. Dergiler vardı. Ama ben gazeteyi okudum. Dünkü gazeteymiş sonradan fark ettim. Allahtan dün gazete okumamıştım. İyi oldu. On dakika geçmiş bile. Gazeteyi tekrar sehpanın üstüne bırakıp pencereden dışarı baktım. Karşı apartmanın üçüncü katında, balkonunda işte, bir kadın vardı. Çamaşır asıyordu. Güzeldi. Gençti de. Yeni evlenmiştir herhalde diye düşündüm. Yoksa insan neden bu kadar hevesli assın ki çamaşırları. Zaten hâlâ bu kadar güzelse... Bir on dakika daha geçmiş. İşi uzadı herhalde doktorun, dedim. Sonra getirdi ama dişleri. Dişçiden çıkınca karşıdaki bakkala uğradım. Dondurmayla su aldım. Yolun karşısında bir sürü kitapçı var. Oradan yürümek için karşıya geçtim. Yeni şiir kitapları gelmiş aslında. Ama almadım. Bugünlerde okuyasım gelmiyor pek. Birkaç vitrin sonra belediye tiyatrosuna geldim. Yeni oyunun afişi vardı. Denge... İsmi güzelmiş diye düşündüm. Sonra yanıma bir kadın geldi. O da afişe bakmak için yaklaşmıştı herhalde. Kafamı birazcık çevirip baktım. Çok çevirmedim ama yine de tanıdım kadını. Ortaokuldan, arkadaşım Ali'nin annesiydi. “Aa Mustafa n'aber oğlum? Nasılsın?” “Ali nasıl? Neler yapıyor?” *** - Her zaman bunu yapmak zorunda mısın Lina? *** Mine güzel kızdı. Ali'yi pek sevmediğim geldi aklıma birden. Sürekli el şakası yapardı bu Ali. Basbayağı salak bir çocuktu. Neyse... *** “Sonra Mustafa, baktım bir kalabalık. Yaklaştım yanlarına. Cadde de vızır vızır. Bir baktım, yerde kan içinde yatıyorsun. Bisikletli bir çocuk çarpmış sana. Kafanı da kaldırım taşına vurup yarmışsın. Ambulans filan geldi işte. Getirdik seni buraya. Doktor bir ay istirahat verdi. Ayak tarağında mı ne kırıklar varmış. Nasıl çarptıysa artık çocuk, hayret yani. Onda bir şey yok ama. Neyse Mustafacığım, verilmiş sadakan varmış. Ha, bir de bir iki dişin mi ne kırılmış. Kemiklerin kaynayınca onun da çaresini düşünecekmiş doktor. Öyle dedi. Tekrar büyük geçmiş olsun Mustafacığım.” “Sağ ol, Ahmet. Ya Ahmet, dedemin dişleri kaldı. Onları da götüremedim, ölmüştür adam açlıktan bunca saat.” Odada dört kişiydik. İkisinin kolu veya bacağı benim gibi alçıdaydı. Bu sıcakta! Diğerlerinde kırık çıkık yok gibiydi. Ben pencere kenarındaki yataktaydım. Şanslıymışım. Pencereden dışarı baktım. Karşı apartmanda, ikinci katta, pencere pervazlarından birinde, bir kadın vardı. Camları siliyordu. Güzeldi.
|

