[Deneme]"Kendini Yazmak, Ötekini Aramak" | Levent Açlan "ÖLÜME YAKLAŞIRKEN, YAŞAMIN KIYISINA DUYULAN ÖZLEMİN EZGİSİ"Parmaklarım klavyenin üzerinde oradan oraya kâh koşuyor kâh duralıyor. Sevimli bir çocuk yüzü geliyor nedense aklıma. Adını bölüp parçalamak geliyor içimden, SEV İM BU RAK, SEVİ M BURA K. Salt kurarak sevilmez ki! Kuralları ve kabul gören biçimleri sökerek veya yıkarak da sevmek, pekâlâ mümkün görünüyor gözüme. Öykücülüğü, oyun yazarlığı, kimi zaman şiir tadındaki metinleri, kimi zamansa sözcüklerle çizdiği resim/fotoğraflarıyla Sevim Burak, bu toprakların üzerinde doğmuş, kökleri ve dalları çok farklı ve sınırlarla belirlenemez bir ülkenin bilgelik meyvesi sanki. “İlk tümce, hikâyemin alınyazısıdır,” diyor Sevim Burak ve bu söz üzere düşüyorum ben de ötekinin peşine. Önce çocukluğu, ardından da bu toprakların, hem buyur eden hem de kabullenemeyen yüzüyle karşılaşıyorum, hayat ağacının henüz az yazılmış olan papirüsünde. Anne tarafından bir Musevi geçmişi var Sevim Burak'ın; baba tarafıysa, Osmanlı aristokrasisine mensup. Ailesinde yüzeyde çok dillilik görünse de iç yolculuğuna çıkmazdan evvel öteki olmuş annesi, Sevim Burak için. Şüphesiz bu durumun baba tarafıyla ilişkisi pek mümkündür, ancak aile denilen kurumun toplumdan kopuk olması çok da mümkün değil ve aile içinde bu metazoriyi kabulleniş, toplum içerisinde de benzer şekilde kendini gösterir. Örneğin, Sevim Burak'ın annesi İspanyolca ve Fransızca'yı son derece düzgün ve etkili kullanırken, Türkçesinde birtakım ifade zorlukları hemen müstehzi ifadelerle karşılanır.
Her yazarın kendine özgü bir yazma zamiri vardır. Kendi için yazar temelde Sevim Burak da ve bunu Yanık Saraylar kitabına, Asım Bezirci'nin yönelttiği eleştirilere karşı kaleme aldığı bir yazısından şu sözleriyle öğreniriz: Bu yönüyle Sevim Burak edebiyata bireyci bir noktadan bakar ya da edebiyata bireyci bir yazar olarak yaklaşmıştır denebilir. Gerek kendi ailesinde annesine karşı takınılan tutum gerekse de yirmili yaşlarının ortasında vuku bulan 6-7 Eylül hadiseleri, “Nedir öteki?” sorusunu ister istemez aklımıza getirir. Gerçekten de, Türkçe edebiyata getirdiği yeniliklerin hazmı oldukça güç olmuş ve hem anlatı özellikleriyle hem de görsel açıdan dille oyun hamuru gibi oynayışı, Türkiye'deki edebiyat çevreleri ve okurları nazarında onu öteki yapmıştır. İnsan, İşlediği Günahların Peygamberidir!
Uzun bir öyküdür Afrika Dansı. Ne vakit Afrika'dayız, ne vakit İstanbul'a geldik, bunu anlamak mümkünse de nasıl olduğunu bilmek çok olası görünmüyor. Yine de Sevim Burak'ın metinleri arasında en açık olanıdır Afrika Dansı. Kurt Tucholsky, Tarihin Görgü Tanıkları adlı kitapta resme ilişkin şöyle der: Öyküde birçok karakter gelir geçer. Mask satıcıları, Beckett, Joyce ve diğerleri. Hepsi ile farklı düzlemlerde temas eder. Kimini eve alır viski ikram eder, kimindeyse gerçekliğin bağları çözülür ve Beckett için adeta hayatını özetleyen şu cümleleri okuruz:
Oedipus her ne kadar babasını öldürmüş ise de, annesinin durumu da ölmekle karşılaştırılamasa da, nedense gözardı edilir ve erkek çocuklara özgü bir kompleks olarak okuruz psikoloji kitaplarında. Oysa, baba kadar anne de zarar görmüştür ve Oedipus erkek olarak tanıtıldıysa da, yazar kimliğinin cinsiyeti olmayacağından Sevim Burak söz konusu olduğunda, pekâlâ bu kompleks bir kız çocuğu için de üzerine düşünmeye değer görünmekte. Yine Afrika Dansı'na dönecek olursak, sesler kulağımızda çınlar. Şarkılar mırıldanır Afrikalı kadınlar; Sarafinler, dalgaların eşliğinde ve ateşlerin çıtırtıları arasında, ağıtlar yakarlar. Küçük çocuklar, beyaz adama “oyibo pepe” diye seslenirler ve Menuhin'in kemanı ölümü fısıldar, bir teybin kolonlarından. Sonuç: Afrika Dansı'nın temel nüvesi sayabileceğimiz ilk cümlesini devirmemek umuduyla sözü Mives Karub'a bırakalım ve dönülmez akşamın ufkundaki güneşin şarkısına kulak verelim. ~~~ Kaynaklar: ~~~ |


Elbette, aile içinde alttan alta yaşanan bu dinsel ya da kimliksel kriz, bir yandan Sevim Burak'ın dönüştürdüğü bir süreç haline gelirken bir yandan da bizi 1950'li yıllarda yayımlanan ilk öykülerine giden yoldaki kaynaklara; Kafka, Dostoyevski ve Tevrat'a götürür. Hiç şüphe yok ki bu yazarlar ve Tevrat, Sevim Burak için bir vaha olmuştur. Kuzguncuk gibi kozmopolit bir yerde yetişmiş olması da onun masklar, pencereler ve öteki üzerine iç dünyasında keşfettiği ve kullandığı imgeler ve kavramları açısından bir hayli önemlidir.
Afrika Dansı'nda maskeler vardır karşımızda. Peki, niçin mask? Genel itibariyle otobiyografik öğelerin hâkim olduğu öykülerde maske, olanı örten ya da olmayanı farklı biçimde kurgulamanın bir sonucu olarak çıkar önümüze.
Çocukluğunu, genç kızlığını ve eski sağlığını özlemle arar ve anar. Ancak bu iz sürüşü daha eskiye ve mitolojiye dek takip edilecek olursa karşımıza Oedipus'un Thebai'yi terk edişi ve gözlerini oyduruşu çıkar. Sevim Burak da anneyi “öldürür” ve sonra da yasını, onun kimliğine sarılarak çeker.