[Öykü]"Arayış" | Ruhşen Doğan Nar"ÇÜNKÜ BEN GÜÇLÜYDÜM"İlk kez onu yağmurlu bir günde görmüştüm. Havada öyle iğrenç bir is kokusu vardı ki elimden geldiğince hızlı bir şekilde eve ulaşmaya çalışıyordum. Tabii bir yandan da açık bırakılmış kuyulara ya da kopmuş elektrik tellerine dikkat ediyordum. Öyle bir ülkede yaşıyordum ki her an en saçma şeylerden dolayı ölebilirdim. Örneğin bir şairimiz gibi açık bırakılmış bir çukura düşüp ölebilirdim. Her yıl küçücük çocuklar böyle basit nedenlerden dolayı hayatını kaybediyordu. Ve halkım iki gün gözyaşı döküp tüh tüh dedikten sonra olanları unutuyor ve yeni bir konu bulup onun için üzülmeye başlıyordu. Sonra ise tahmin ettiğiniz gibi o da unutuluyor ve yıllar böyle ilerleyip gidiyordu. O yağmurlu günde tam evimin önündeyken onu gördüm. Sokağın karşısında küçük bir ağacın altında oturuyordu. Üstünde sadece bir atlet vardı ve yağmurla baştan aşağı ıslanmıştı. Bir iki saniye ona baktım ve daha fazla ıslanmamak için evime girdim. Ne yapıyım? Modern bir dünyada yaşıyordum; önümde bir adam ölse umursamaz, yoluma devam ederdim. Ben de öyle yaptım ve iki saniye sonra kendi sorunlarıma dönerek ağacın altındaki adamı unuttum. Sorun da sorun olsa; elektrik, internet faturası… Modern bir insan olmak böyle bir şey olmalıydı: Evinin önünde bir adam soğuk bir kış gününde yağmur altında üşürken senin sıcak evinde saçma sapan işlerle uğraşman. Dediğim gibi o adamı hemen unuttum, aynı sokaklarda dilenen insanları unuttuğum gibi. Başka ne yapabilirdim? Ben mutluydum, Allah'a şükür yeterince param vardı. Onları düşünüp neden hayatımı zehir edeydim ki! Hem şu anda onların sokaklarda olmasının nedenleri vardı: Aileleri ya da kendileri gerektiği kadar çalışmamış ve tembellik yapmışlardı. Ve sonuçta sokağa düşmüşlerdi. Ben ise çok çalışmış ve başarılı olmuştum. Şu kapitalist dünyada bize ne kaybedenlerden, biz kazananları görmek istiyoruz. Kaybedenlerle arada sokaklarda karşılaştığımızda yolumuzu değiştiriyoruz ve Allah'ımıza bizim onların durumunda olmadığımız için şükrediyoruz. Ne kadar da insancılız değil mi? Uzun bir süre o adamı düşünmedim. Neden düşüneyim ki? Babamın oğlu değil ya. Bir ara yağmur dindi mi diye dışarı baktım ve o sırada onu tekrar gördüm. Aynı şekilde orada oturuyordu. Yağmur dinmemişti. Göründüğü kadarıyla bütün akşam bu hızla yağmaya devam edecekti. Rüyamda ise zaman bulamayıp yapamadığım şeyleri yaptım. Kızlar, diskolar, partiler ve benzeri… Cebine giren paranın da bir bedeli vardı ne yazık ki. Eşek gibi çalışıyordum ve yarım yamalak bir hayat sürdürüyordum. Asıl istediklerimi ise sadece rüyalarımda gerçekleştiriyordum. Mükemmel bir hayatım vardı. Sabah uyandığımda hemen günün stresi her zamanki gibi beni sardı. Her gün erken saatte kalkmak insanda keyif bırakmıyordu. Makine gibi tekdüze giden hayatın farkında olsam bile elimden bir şey gelmiyordu. Ya böyle yaşayacaktım ya da sokaklardaki o evsizler gibi… Tabii ki makine gibi yaşamaya razıydım. Hem toplumun da bireyden istediği bu değil miydi? Ayrıca Allah'ımız da boş duranı sevmez. Kısacası benden bekleneni gerçekleştiriyordum ve mutlu bir hayat yaşıyormuş rolü yapıyordum. Havanın nasıl olduğunu görmek için penceremden dışarı baktım ve yine o adamı orada, ağacın altında otururken gördüm. Sokaklar sırılsıklam ve çamur içindeydi. Hava ise düne göre daha iyiydi. Bence yağmur yağmazdı; ama yaşadığım şehrin havasına güven olmazdı. Bir bakarsın güneş mutlu bir şekilde şehri ısıtıyordur, iki dakika sonra ise yağmur altında ıslanırsın. Elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Bunları aynaya bakmadan, çok az bakarak, yaptım. Çünkü kendimi bildim bileli aynalara bakmaktan ve aynadaki yansımamı görmekten nefret ederim. Sanki aynadaki kişi ben değilmişim gibi bir hisse kapılırım. "Günaydın!" dedim nazik bir şekilde. Kafasını kaldırdı ve bana baktı. Gözlerini kırparak ve başını sallayarak cevap verdi. Tekrar boynunu eğdi ve yere baktı. "Dün gece de buradaydınız. Yağmur altında üşümediniz mi? Gidecek bir yeriniz yok mu?" diyerek sorularımı sıraladım. Herhalde bir anda çok fazla soru sordum ve onu korkuttum, diye düşündüm. Ama beklediğimin aksine hemen kafasını kaldırdı ve ince sesiyle, "Hayır, yok," dedi ve gözlerini yere indirdi. "Kimseniz yok mu?" diye sordum. Şimdi düşününce çok gereksiz bir soruydu. "Hayır, kimim kimsem yok," diye cevap verdi. Gözlerinin içine baktığınızda adamın ne kadar üzgün ve umutsuz olduğu anlaşılıyordu. İki tane göz bazen sözlerle anlatamayacağınız şeyleri bile anlatabilir, bunu unutmayın. Ne kadar saklamak isteseniz de gözleriniz sizi ele verir. Acıklı hayat hikâyesini duymak için hemen sordum: "Nasıl bu hale düştünüz? Tahmin ettiğim kadarıyla eğitimli birisiniz." Yaptığım büyük bir ayıptı aslında; ama boş verin! Eğer saçma sapan sorularla muhabbeti uzatsaydım, işe geç kalabilirdim. "Demek benim nasıl bu hale geldiğimi öğrenmek istiyorsunuz," dedi ve gülümsedi, "Bu hale gelmem hiç zor olmadı. Zamanında sizin gibi şık kıyafetler giyerdim. Ve şu anda benim gibi olan evsizlere gülerek bakardım. Şu tembellere bakın, aslında bunların hepsini öldürmeli diye düşünürdüm. Hiçbir zaman onlar gibi olmayacağımdan emindim. Çünkü ben güçlüydüm, çünkü ben zengindim ve çünkü ben Allah'ın sevdiği kullarından biriydim. Ama kader ağlarını örüyor filmlerde denildiği gibi. Hiç beklemediğin şeyler oluyor ve o kadar da kesin fikirlere sahip olmaman gerektiğini anlıyorsun. Her anın sürprizlerle dolu olduğunu anlıyorsun. Yarından emin olamayacağını da… Ve sonuçta ne oluyor? Dün güldüğün kişilerin yerine geçiyorsun." Bu uzun cevabı anlamaya çalışırken, konuşmasına kaldığı yerden devam etti: "Sen benden bazı öğütler bekliyorsundur şimdi. Şunları şunları yanlış yaptım, sen sakın yapma dememi istiyorsun, değil mi?" "Neden olmasın!" diye cevap verdim. Kahkaha attı ve "Sana hiçbir öğüt veremem. Çünkü hiçbir hata yapmadım. Her şey benden bağımsız bir şekilde ilerledi ve bu hale geldim. Seni avutamam. Yarın sen de benim gibi olursun. Kim bilir?" Son söylediği sözlerden rahatsız olmuştum. Ben nasıl onun gibi bir hale gelirdim? İşim vardı, ailem vardı, dostlarım vardı… İşten eve döndüğümde adam hâlâ ağacın altındaydı. "Hâlâ aradığını bulamadın mı?" diye sordum; ama cevap vermedi. Ben de içeri girdim. Bir daha karşılaştığımda, "Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor," desem mi diye düşündüm. Ama yine dayak yemekten korktum. Aslında adam bir deri bir kemikti. Ama ben yıllardır kavga etmiyordum ve onu alt edeceğimden emin değildim. Ondan dolayı espiriyi ona söylediğimi aklımda canlandırdım ve güldüm. Evdeyken bodhinin anlamına baktım internetten. Bu adam düşündüğümden de bilgiliymiş diye düşündükten sonra pencereden dışarı baktım. Adam yoktu. Aradığını buldu, dedim kendi kendime ve konu üzerinde hiç düşünmeden yatağıma gidip osura osura uyudum. Sayı: 24, Yayın tarihi: 19/04/2008 |

