[Gökçeyazın] "Taş Plakların Öyküsü" | Aylin Parakos"ZAMANI DÖNDÜREN NOTALAR"İnsanoğlu neden hep eskiye öykünür? Özellikle de zamanını şaşırmış şarkıları dinlerken… Galiba birileri geçmişi sazlı sözlü anımsamayı, anımsatmayı seviyor. Hele bir de, bu sazlı sözlü tutku, gramofonun ya da pikaptaki cızırtının hayranlık uyandırdığı yerde başlıyorsa… Belki de bir devrin dönüşünü andıran iğnenin ucundaki notalar, biraz da zamanı döndürüyor. Taş plaklar… Zamanında müzik denilince ilk akla gelenler. Müzik eserlerinin, hızla gelişen dijital teknolojiye, özellikle de İnternet'e yenilmeleri kaçınılmaz. Artık, duygusal talepleri ne kadar karşılar bilinmez ama şarkıların ilk yazılı kaynağı olan taş plakların öyküsü de bir hayli ilginç. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Mustafa Kemal'in kültür ve sanat alanındaki düzenlemeleriyle beraber, bir yandan Batılı, bir yandan Doğulu olan Türk halkının, ses kültürü de karma bir özellik taşıyordu. Kocaman avizeli salonlarda ve kasaba kahvehanelerinde, gramofonlardan yükselen sesler birbirine pek benzemese de, plaklar bir şekilde hayatların içindeki yerini almıştı. Batılı plak firmalarının ülkeye girişiyle birlikte, Anadolu'daki halk ozanlarının İstanbul'a seyahatleri hızlanmış, mahalle kahvehanelerinden, evlere sızmak isteyen birçok sanatçı, plak firmalarının önünde kuyruğa girmişti. Her şeye karşın Türk Sanat Müziği yine baskın gelecek, Hamiyet Yüceses, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar gibi isimler plakların vazgeçilmez isimleri olacaktı. Bu dönemde radyo yayıncılığının hayat bulmasıyla birlikte, taş plaklar hem küçücük evlere, hem de büyük davetlerin yapıldığı salonlarda gramofonla dinleyicilere ulaşmaya devam edecekti. Ağır ve hantal görüntüsüne karşın, çiçeği andıran bu borudan yükselen seslerden herkes mutluydu. Şarkılar, tepsi büyüklüğündeki, delikli, siyah bir nesneden kulaklara yayılıyor, hüzünlü, coşkulu tüm sesler yazılı ve kişisel hallerinden çıkıp, başka coğrafyalarda notaya bürünüyordu. 78'lik denilen bu kocaman dairelere sadece bir tek şarkı sığabiliyordu. 1950'lerden sonra longplayer yani uzunçalarların icadıyla en az 12 şarkılık plaklar girdi yaşamımıza. Ardından bugün çoğumuzun dilinden düşmeyen 45'likler… Kendilerini unutturmamak için yıllarca direnen plakların, evrim teorisinden mi bilinmez, 1980'lerden itibaren CD'ye geçişi kaçınılmaz oldu. Zaman zaman neşeli, zaman zaman kırılgan, zaman zaman tükenmişliğin, isyanın sesi olan plakları unutturmama adına Türkiye'deki birçok isim çok önemli çalışmalar yaptılar. Cemal Ünlü'nün "Git Zaman Gel Zaman"ı bu konudaki en kapsamlı, bilimsel niteliğinin yanında, incelikli ayrıntıları ve neredeyse bulunması çok zor olan görselleriyle birlikte en nitelikli eserler arasında sayılıyor. Açık Radyo'da "Sadânüvis" ve "Taş Plaklarda Saz ve Söz" programlarını gerçekleştiren Cemal Ünlü, Türkiye'deki sesli kayıt tarihini yazılı bir eser haline getirme işine giriştiğinde, bu işin çok da kolay olmadığının bir hayli farkındaydı. İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçısı ve de iyi bir taş plak koleksiyoncusu olan Cemal Ünlü'ye, neredeyse bir ansiklopedi cildi büyüklüğündeki bu eseri oluştururken, Işık Gençer, Bülent Aksoy, Gökhan Akçura gibi isimler büyük destek verdiler. Özellikle Gökhan Akçura'nın araştırmaları ve koleksiyonundan çokça yararlanan Cemal Ünlü'ye koleksiyoncuların adını unutmaması gereken Sahaf İsmail Akçay'ın da, kataloglar konusundaki desteği kitap için çok önemli bir kaynak oldu. Kitabın isim öyküsü de ilginç. Cemal Ünlü'nün oğlunun bir masaldan öğrendiği tekerlemeyi ters yüz edip, sıkça sayıkladığı günlerde, yazarı "Türk Kayıt Tarihinin Yüzyılı" "Yüzüncü Yılında Türk Kayıt Tarihi" gibi isimlerin bu eseri karşılamayacağını düşünürken, bir anda bu tekerleme ilham olmuş. Nihayetinde taş plakların, zamanı bir ileri bir geri sardığı düşüncesiyle, kitaba yakışan bir isim bulunuvermiş. Eski Yunan mitolojisinden Ekho'nun öyküsüyle başlayıp, Kesiş Magnus'un ses tarihindeki ilk girişiminden devam eden "Git Zaman Gel Zaman", Edison'un gramofonun en ilkel hali olan fonografın icadında katettiği yolu, fonografın gramofona varan serüvenini, ilk ciddi müzik kayıtlarını, ilk senfoni kayıtlarını, ilk ticari kayıtları merak edenler için vazgeçilmez bir kaynak. Gramofonun İstanbul'a geliş öyküsünden tutun, "Sahibinin Sesi", "Odeon" ve "Columbia"nın ilk kayıtları, Türkiye'deki ilk radyo kayıtlarına kadar bugüne dek bu alanda yazılan tek eser olma özelliğini kazanan bu kitabın başka bir özelliği daha var. Kitabın yanına, 1905–1965 yılları arasında yayımlanmış taş plak kataloglarından bazı şarkıların yer aldığı bir CD de eklenmiş. Cemal Ünlü "Git Zaman Gel Zaman"ı bitirirken, Türk taş plaklarını önemli kılan birinci özelliğinin tür ve çeşit zenginliği olduğunu söylüyor. "Böylesine tür ve repertuar zenginliği galiba hiçbir ülkenin tarihinde yok" diye de ekliyor. "Bu nedenle yakın tarihte yapılacak her türlü siyasal, kültürel, sanatsal araştırmalarda bir de taş plaklara dönüp bakma alışkanlığı edinilmelidir" diyor Cemal Ünlü. Haksız da sayılmasa gerek… Cemal Ünlü Kimdir?
|

