[Deneme]"Özgürlüğün Uç Noktalarında Bir Hallaç" | Yusuf Turhallı"HER OKUMADA FARKLI ANLAMLARA ULAŞILABİLECEK BİR KİTAP""Kendi üstüme herhangi bir hakikati öğrenmek için başka insanların içinden geçmeliyim." Sartre Jean Paul Sartre, “Varoluşçuluk Bir Hümanizma mıdır?”(1) adlı konferansında insanın özgürlüğünden ve özgürlüğe mahkûm olmasından bahseder. Bunu da kendi kendini yaratmamış olmasına bağlar. Kendi bilincine varan insan kendini tanımlamaya çalışır ve özünü ortaya koyar. Kendini tanımlama sürecinde özgürdür. Ne olmak isterse ya da varoluştan sonra kendini nasıl görüyorsa, bu varoluşa doğru atıldıktan sonraki kişiliğinin nasıl olmasını istiyorsa öyle olur. Başlangıçta hiçbir şeydir. Yirminci yüzyılın Sanayi Devrimi'yle başlayan teknolojik ilerlemenin, inanılmaz ivme kazandığı bir dönem ve insanların eskisine oranla daha eşit değilse bile daha mutlu ve daha insani koşullarda yaşayacağı bir çağ olacağı düşüncesi milyonlarca kişinin katledildiği savaşlarla son bulur. Bu hayal kırıklığı bireyin değerinin ve dünyadaki yerinin yeniden sorgulanmasına neden olur. İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Sartre'ın Varlık ve Hiçlik adlı yapıtıyla ortaya koyduğu Varoluşçuluğun yeni yorumu bütün dünyada büyük bir hızla yayılır. Bu düşünce özellikle dönemin edebiyat eserlerine yansır. Söz konusu etkiden Türkçe Edebiyat'ın da etkilenmesi kaçınılmazdır. Zaten bu etki 1950 Kuşağının oluşumunda büyük bir paya sahiptir. Bundan en çok etkilenen yazarların başında da Leylâ Erbil gelir. Dilde anlamı genişletme çabasıİlk baskısı 1960 yılında Dost Yayınları'nca yapılan Leylâ Erbil'in ilk kitabı Hallaç'ta varoluşçuluğun etkileri yoğun olarak hissedilir. Örneğin, Samuel Beckett'ın “Nothing is more real than nothing.” (Hiçbir şey hiç'ten daha gerçek değildir.) sözüyle başlaması bu etkilerden biridir. Erbil, kitapta bireyin varoluşsal problemleriyle haşır neşir olur, bunlara yanıtlar arar. Ortaya koyduğu öykülerde özgürlüğün uç noktalarına ulaşmayı başarır. Çünkü birey özgür olmaya mahkûmdur. Bu özgürlük tutkusu, öykülerinin alışıldık kalıplardan iyice ayrılmasını da beraberinde getirir. Bu öyle bir ayrılmadır ki, metinler içinde yazıldıkları dilin yapısını bozar, dilbilgisi kurallarını alt üst eder. Burada amaç oluşturulmaya yeni başlanmış bir dilde anlamı genişletmek ve sözcüklerin yeni kullanım olanaklarını denemektir. Aynı hareketin Türkçe şiirdeki karşılığı İkinci Yeni'dir o dönem. Bu anlam genişletme çabasına ek olarak Erbil dile yeni kelimeler de kazandırmaya çalışır. Örneğin, Arapça kökenli olduğundan öykülerde “şey” yerine “nen” kullanmayı tercih eder.Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümündeki öyküleri bilinçdışıyla bilinçli hal arasında gidip gelmelerle oluşturur. Daha doğrusu bilinçdışının bilinçli hale etkisi üzerinde durur. Freud'un psikanaliz tekniğinden oldukça sık yararlanır. Zira Freud'un ortaya attığı bilinçdışı bilinçli olma halinden daha özgür bir ortamdır. Öykülerde ele alınan karakterler çevreleriyle devamlı problem yaşar. Bastırılmış düşünceler, kendini var etmeye çalışan bireylerin karşılaştığı toplumsal direnç, kişilerin birbirlerine yaklaşımı, sevisizlik, ikiyüzlülük oldukça sık karşımıza çıkar. Örneğin, “Yatak” öyküsünde “Yıllardır havalandırılmamış bir yatağa girip çıkıyorum. Islak çürümüşlüğüne biçimsizliğim oyulu. Onu güneşlendirmeliydim. Kemiklerim sızlıyor hep. Uykulara sabahları dalıyorum.” (Hallaç, s. 11) diyerek bulunduğu şartlardan rahatsızlığını dile getiren genç kadın, öykü boyunca bir kuş tarafından izlenmektedir. Öykünün sonunda yatağını havalandırma eğilimi başarısızlıkla sonuçlanır; yatağını havalandırmaktan vazgeçer. Burada izleyici olarak verilen kuş toplumu simgeler. Çünkü genç kadın gittiği her yerde “kuş”la karşı karşıyadır ve hareketlerini “kuş”a göre şekillendirmek zorundadır. “Bilinçli Eğinim I” öyküsü adeta Sartre'a adanmıştır. Genç bir kadının gözünden kaleme alınan aynı öyküde, basma bir deniz donu çalan anlatıcının başına absürt olaylar gelir. Öykünün sonlarına doğru amacının bulunduğu yere geldiği gemiyi kaçırmak olduğu anlaşılır. “Bilinmez o güne değin beni çekip çıkaran yaşamaların içinden böylesi bir eksiklikti, bu eksiklik bi sevi, bu sevi bir deniz doncuğuydu. Dokunmazca almıştım elime bi süre bakakalmıştım, sonra tıkıvermiştim çantama.” (Hallaç, s. 17) Bahsedilen doncukla kendi farkına varan anlatıcı bu çalma eylemi yüzünden bir odaya götürülür. Odaya götürülüşünü rahatsız edici bir uysallıkla kabullenen karakter öykünün genelinde de başından geçen olağanüstü olayları sıradanmış gibi görür. Öyküde insan suratlı bir böcekle de karşılaşması Kafka'ya ince bir göndermedir bizce. Devam eden bölümde insanlar arasında aşk olmayışıyla ilgili anlatıcısına “Onlar birbirlerini sevmiyorlardı, ben de sevmiyordum. Kimse kimseyi sevmiyordu, birleşip birleşip ayrılıyorduk ölene değin geçecek zamanı doldurası, hernenler, hernenler belliydi öncesinden, usanmıştık.” (Hallaç, s. 18) dedirterek şikâyetini dile getirir. İnsanların yaşadıkları hayattan başka bir hayat olabileceğini düşlememelerini ve budalaca akıp gitmelerini de öfkeyle izler . Öykünün sonuna doğru “Ardından bana en doğru geleni, ÖYKÜ UĞRUNA KİŞİYİ SONUNA DEK GETİRME DENEYLERİNDE bulunduğumu…” (Hallaç, s. 23) derken kendi öykücülüğünde deneyselliğin öneminden bahseder. Ayrıca aynı cümlede geçen “…kolaylıkla önüne geçilir atılganlıklarıma bile bu yüzden hiç ket vurmadığımı, böylece bireyi, insanı KENDİMDE SINAMA'ya, KISTIRMA'ya uğraştığımı söyleyecek oldum.” (Hallaç, s. 23-24) sözleri de Sartre'ın yukarıda alıntılanan “Kendi üstüme herhangi bir hakikati öğrenmek için başka insanların içinden geçmeliyim,” cümlesini anımsatır.
Hallaç'taki öykülerde ele alınan karakterlerin sadece varoluşsal problemleri yoktur. Aynı zamanda kendi olmaya çalışan karakterler de söz konusudur. Bu karakterler kimi zaman toplumun gösterdiği dirence boyun eğer kimi zaman içten içe toplumun değerleriyle dalga geçer kimi zaman da bastırdıkları duyguları (düşünceleri) şiddet yoluyla ortaya koyar. Şiddet eğilimi Freud'un Psikanaliz Üzerine adlı yapıtında bahsettiği bastırılmış isteklerin bilincin boş bir anında kendini ortaya çıkarması durumuna benzer. Bu bilinçdışının bilinçli hale olan yansımasıdır. “Konuşmaklardan Bıkan” adlı öyküde “Kişi aşk diye hür sevi diye dilsiz ve çirkin olmayan ve ne olduklarını iyice bildiği kişilere de usunu, çağrışım gücünü, dip bilinç akışını yitirmeden, sırf açlık, sarhoşluk, yoksulluk ya da beğeni etkenlerinden sıyrılmış HANGİ ÖZGÜR SEVİ'yi toplayabilirdi” (Hallaç, s. 52) diye konuşan karakter aracılığıyla bilinç dışının insan hayatındaki önemini vurgular yine. Bilinçdışı ve varoluşsal sorunlara yaklaşımlar kitaptaki birçok pasajdan çıkarılabilir. Zaten kitap da bir bakıma varoluşsal problemlerin bilinçdışı açısından ele alınışıdır. Aslında burada Sartre'ın bahsettiği “kişi seçimlerinde özgürdür” kavramına bilinçdışı kullanımı aracılığıyla ince bir eleştiri de söz konusudur. Çünkü kişi hür iradesiyle seçim yapar ama bu seçimleri (ne kadar hür olduğunu düşünürse düşünsün) içinden çıktığı kültürel kodların büyük etkisinde yapar.
|


Öykülerle yazılmış manifesto