[Öykü] "Hikâye Anlatıcısı" | Saki"HERKES ONUN ÇOK İYİ BİR ÇOCUK OLDUĞUNU BİLİYORMUŞ"Sıcak bir akşamüstüydü, bu nedenle vagon fazlasıyla bunaltıcıydı ve sıradaki istasyon Templecombe'a neredeyse bir saat vardı. Vagonda biri diğerinden daha büyük iki kız, bir de oğlan vardı. Çocukların teyzesi, köşedeki koltuğa yerleşmişti, diğer köşedeki koltukta da onlara yabancı olan yalnız bir adam oturuyordu, ama küçük kızlarla küçük oğlan, kompartımanı kesinlikle ele geçirmişlerdi. Hem teyze hem de çocukların sohbeti sınırlı, ısrarcı bir şekilde sürüyor, pes etmeyi reddeden bir karasineğin tacizleri misali, bitmek bilmiyordu. Teyzenin iki lafından biri “Yapma”yla başlıyor gibiydi, çocukların lafları da “Neden?”le. Adam bir şey söylemiyordu. Küçük oğlan, koltuğun minderlerine vurmaya, her vurduğunda da bir toz bulutu oluşmaya başlayınca teyze, “Yapma Cyril, yapma!” diye bağırdı. Adamın çatık kaşları, asık bir surata dönüşüyordu. Onun sert, anlayışsız bir adam olduğuna hükmetmişti teyze. Diğer arazideki otlar hakkında tatmin edici bir yanıta ise tam anlamıyla varamamıştı. Daha küçük kız, “Mandalay Yolunda”yı ezberden okuyarak kendine eğlence yarattı. Sadece ilk dizeyi biliyordu, ama kısıtlı bilgisini mümkün olduğunca kullanıyordu. Dizeyi dalgın ama kararlı, duyulabilir bir sesle tekrar tekrar yineliyordu; adama, sanki birisi kızla dizeyi iki bin kere hiç durmadan sesli olarak tekrar edemeyeceğine dair iddiaya girmiş gibi geldi. O her kimse, bahsi kaybetmek üzereydi. “Gelin buraya da bir hikâye dinleyin,” dedi teyze. Adam iki kere ona, bir kere de imdat frenine bakmıştı. Çocuklar, vagonun sonundaki teyzelerinin yanına ilgisizce yanaştılar. Belli ki kadının hikâye anlatıcısı olarak ününe pek yüksek bir değer biçmiyorlardı. Teyze, dinleyicilerinden sesli, aksi aralıklarla sık sık bölünen, alçak, sır verir gibi bir sesle, iyi ve iyiliğinden dolayı herkesle arkadaş olan, sonunda onun ahlaki karakterine hayran birkaç insan tarafından azgın bir boğadan kurtarılan küçük bir kız hakkında girişkenlikten uzak ve üzücü bir biçimde sıkıcı bir hikâye anlatmaya başladı. “İyi olmasaydı onu kurtarmayacaklar mıydı?” diye sordu küçük kızların büyüğü. Tam da adamın sormak istediği soruydu bu. “Hikâye anlatıcılığında pek başarılı olduğunuz söylenemez,” dedi adam köşesinden aniden. Çocukların anlık artan ilgileri derhal sönmeye başladı; bütün öyküler, onları kim anlatırsa anlatsın fazlasıyla aynıydı. “Ona ne söylenirse yaparmış, doğru sözlüymüş, giysilerini kirletmezmiş, çikolatalı pudinglerini elmalı turta gibi yermiş, derslerini mükemmel öğrenirmiş ve herkese çok kibar davranırmış.” Hikâyenin lehine bir öykü dalgası oldu; iyilikle alakalı dehşet kelimesi, hikâyeye güç katan bir yenilikti. Teyzenin çocuksu yaşam hikâyelerinde eksik olan bir gerçeklik çemberi getirmişe benziyordu. “O kadar iyiydi ki,” diye devam etti adam, “iyiliği için bir sürü madalya kazanmış ve bunları elbisesinde hep taşıyormuş. Bir madalya söz dinlediği için, bir diğeri dakikliği için, üçüncüsü de iyi davranışı için. Kocaman metal madalyalarmış bunlar ve kız yürürken birbirlerine çarpıyorlarmış. Yaşadığı kasabada hiçbir çocuğun üç madalyonu yokmuş, o yüzden herkes onun çok iyi bir çocuk olduğunu biliyormuş.” Hikâye anlatıcısı, parkın hazineleri fikrinin çocukların hayal gücüne iyice sinmesi için durakladı, ardından kaldığı yerden devam etti: Prensin kararının mükemmelliği mırıltılarla onaylandı; pek çok insan tam tersi karar verebilirdi. “Parkta eğlenceli başka pek çok şey varmış. İçlerinde altın rengi, yeşil ve mavi balıklar bulunan havuzlar, üstünde anında zekice şeyler söyleyen güzel papağanlar ve zamanın bütün sevilen şarkılarını mırıldanan sinekkuşları olan ağaçlar varmış. Bertha, sağda solda yürüyerek parkın tadını doya doya çıkarmış ve ‘Eğer çok çok iyi olmasaydım bu güzel parka girmeme izin verilmeyecekti ve içinde görülecek bunca şeyin keyfini çıkaramayacaktım,' diye düşünmüş, yürürken madalyaları birbirine çarpıp çınlamış ve ne kadar iyi olduğunu hatırlamasına yardımcı olmuş. Tam o sırada dev bir kurt, akşam yemeği için küçük, tombul bir domuz yakalayıp yakalayamayacağını görmek için parkta sinsi sinsi dolaşmaya başlamış.” Teyzeden tam aksi bir görüş geldi. Templecombe istasyonunun peronunda yürürken “Zavallı kadın!” diye düşündü kendi kendine, “Önümüzdeki altı ay falan o çocuklar ondan insan içinde uygunsuz hikâyeler isteyip duracaklar!” ~~~ Hector Hugh Munro (18 Aralık 1870, Burma – 13 Kasım, 1916, Fransa), daha çok takma adı Saki'yle tanınır; nükteli ve bazen korkunç öykülerinde Edward toplumuyla kültürünü eleştiren bir İngiliz yazardır. Kısa öykünün üstadı sayılır, sıklıkla O. Henry ve Dorothy Parker'la kıyaslanır. Öyküleri, incelikle işlenmiş karakterler ve dikkatlice tasarlanmış anlatıdan oluşur. "Open Window" (Açık Pencere) en ünlü öykülerindendir. Öykünün son satırı ("Kısa süreli aşklar onun uzmanlık alanıydı") sözlüklere girmiştir. Kısa öykülerinin yanı sıra, Charles Maude işbirliğiyle uzun bir tiyatro oyunu olan The Watched Pot'u (İzlenen Saksı), iki tek perdelik oyun, bir tarihsel çalışma olan The Rise of the Russian Empire'ı (Rus İmparatorluğunun Yükselişi), kısa bir roman olan The Unbearable Bassington (Katlanılmaz Bassington), ayrı bölümlerden oluşan The Westminster Alice'i (Alice Harikalar Diyarında'nın parlamenter bir parodisi) ve Almanların Britanya'yı gelecekteki bir işgalini anlatan fantastik bir roman olan A Story of London Under the Hohenzollems'i (Hohenzollemlerin [Yönetimi] Altında Londra'nın Hikâyesi), diğer adıyla When William Came'i (William Geldiğinde) yazdı. Oscar Wilde, Lewis Caroll ve Kipling'den etkilendi. Kendisi de A. A. Milne, Noël Coward ve P. G. Wodehose'u etkiledi. Saki adının Ömer Hayyam'ın Rubailerindeki içki taşıyıcısına atıf olduğu düşünülür ki Reginald on Chrismas Presents'a (Noel Hediyelerinde Reginald) ismini veren karakter tarafından bu şiirlerden olumsuz bahsedilir ve bunlara başka öykülerde de değinilir. (Bu, Emlyn Williams tarafından 1978 tarihli bir Saki antolojisinin giriş bölümünde öne sürülmüştür. Ama aynı isimdeki, Güney Amerika kökenli primata da bir atıf olabilir ki "Batı yarımküreden uzun kuyruklu, küçük bir maymun" The Remolding of Groby Lingdon'un [Groby Lingdon'un Yeniden Yapılması] merkezindedir.) I. Dünya Savaşı'nın başında, Monro 43 yaşında olmasına rağmen, İngiliz Ordusunun Kraliyet Askerleri bölüğüne, komisyonu reddedip er olarak katıldı. Savaş meydanından defalarca fazla hasta veya savaşamayacak kadar yaralı geldi. Kasım 1916'da, Fransa'da bulunan Beaumont Hamel'de Alman bir keskin nişancı tarafından öldürüldü. Çeşitli kaynaklara göre son sözleri, "Söndür o lanet sigarayı" oldu. Ölümünden sonra kız kardeşi Ethel onun çoğu yazısını yok etti ve çocukluklarını kendi açısından anlattı.
|

