[Deneme]"Madame Bovary Yargı Önünde" | Hüsen Portakal"YALAN VE KARALAMA BURGACI İÇİNDE KENDİMİ YİTİRİYORUM"Madame Bovary'nin, eşini aldatmak, ahlak dışı ilişkilerde bulunmak, toplum değerlerini hiçe saymak suçundan yargılanması gerekir. Gerçekte böyle bir kişinin yaşayıp yaşamadığı bilinmediğinden, zaten kendi canına kıydığı da bir kitapta anlatıldığından, suçlanan kişi, Madame Bovary romanının yazarı Gustave Flaubert olur. Fransa tarihsel olarak Katolik bir ülkedir. Bu din, eşlerin birbirine salt bağlılığını zorunlu kılar, boşanmayı bile yasaklar. Bununla birlikte, dinsel inançların ortaçağdaki salt egemenliği artık çökmeye başlamış, özellikle Aydınlanma Yüzyılı, peşinden gelen Fransız Devrimi, Hukuk Devrimi çok şeyi değiştirmiş, kilisenin saltanatına son vermiştir. Madame Bovary'nin yargılanması, Kral III. Napoleon'un otoriter ve tutucu dönemine rastlar. O dönemin anlayışına göre toplumun korunması, ailenin ve geleneksel değerlerin korunmasına bağlıdır. Oysa yeni yönetim, bireysel hakları güvence altına almaya, bireyi kendi başına bağımsız bir varlık olarak tanımaya başlamıştır. Bu nedenle bireysel eğilimlerin sonucu olarak, cinsel tepiler de artık kendini dışa vurmaya başlar. İnsanlar dinsel çağda olduğu gibi kendilerini gizleme gereğini duymazlar. İnsanın eğilimlerini anlatmak genelde edebiyat insanlarına, romancılara, şairlere düşer. Hukuk genelde devletin ve toplumsal yapının korunmasını amaçlarken, sanat-edebiyat toplumdaki eğilimlerin değişmesi pahasına, insanın genel eğilimlerini –yasak sınırlarını tanımadan– anlatmanın yolunu tutar. Ressam Edouard Manet'nin (1832-83) Kırda Öğle Yemeği tablosunda, üzerine hiçbir şey giyinmemiş bir kadın vardır, ama burada göze çarpan şey, yanındaki erkeklerin bunu olağan karşılamaları, kadına doğru bakmamalarıdır. Bununla birlikte, edebiyat özgürlük yollarını açmak için savaş vermek zorunda kalır. Halk tipi romanlar yazarı Eugene Sue (1804-57) Flaubert'den önce yargılanır, ülkesinden kaçmak zorunda kalır, kitapları toplatılır, yakılır. Papalık onun kitaplarını yasak yayınlar listesine alır. Charles Baudelaire de Flaubert ile aynı yılda yargı önüne çıkarılır. Normal olarak her sanatçı, yeni değerler yaratan bir insandır. Yöneticiler, var olan değerleri korumaya çalışırken, düşünce insanları, sanatçılar yeni değerler üretirler, eski değerlerin aşılmasını isterler; toplumlar ancak böyle gelişir. Eğer Flaubert bir yüzyıl önce kilise mahkemesinde yargılansaydı, ağır bir cezaya çarptırılmadan kurtulamazdı. Kitap yakılır, yok edilirdi. Madame Bovary'nin SuçuMadame Bovary'nin suçu belli; bir kasaba doktoru ile evlidir; doktor evine ve işine bağlıdır; çalışkan bir adamdır. Eşi Emma ise, çevresindeki kadınlara göre biraz değişiktir; roman okur, romantik duyarlılığa sahiptir; dar bir çevrede tekdüze yaşamdan sıkılır; çevresindeki erkeklerden ilgi görünce, onlarla ilişki kurar. Bir ev kadını olmanın dışına çıkar, bir sevgili olur. Bununla birlikte, bu aşk ilişkileri onu mutlu etmez. Tam tersine, düş kırıklığına uğrar; kendisi güvenilmez bir kadın olmuştur, ama erkekler dünyası da güvenilmez bir dünyadır.Madame Bovary yayınlanır yayınlanmaz, hemen etkisini gösterir. Önce edebiyat bakımından güçlü bir yapıttır. Dönemin edebiyat adamları kitaba sahip çıkar. Buna karşılık Emma'nın ilişkileri tutucu çevrelerce kabul edilecek gibi değildir. Ya diğer kadınlar onu örnek alırsa! İşte bu korku kitabın suçlanmasına, yargıç önüne çıkarılmasına yeterli olur. Gerçekte yazar, ortaya bir kurgu-kişi çıkarmamış, toplumda var olan kişileri, ilişkileri romanlaştırarak anlatmıştır. Yaşanan olayları, basit bir gazete haberi gibi vermemiş, kişiler gerçekte nasıl yaşayabilirlerse, öyle anlatmıştır. Madame Bovary gibi bir kadın, normal olarak yargılanır, cezalandırılır, kocası onu boşar. Olay bireyseldir ve sadece adlidir. Oysa böyle bir kadın, romanda anlatılırsa, olay genelleşir, insanların bilincinde yer etmeye başlar. Kilise adamları, bu gibi olayları önlemek için kendilerine daha çok görev düştüğünü sanırlar, seslerini biraz daha yükseltirler; kilisenin önemi üzerinde daha çok dururlar. Ne yazık ki sonuç beklendiği gibi çıkmaz. Fransa'da yaşamış bir kişi olarak tanıklığım, Madame Bovary'nin yaşamının artık suç olmaktan çıktığı, olağan duruma geldiği yönünde. Çok yakından bildiğim bir aile vardı. Bu öğretmen arkadaşlar evlendiklerinde, iki nikâh tanığından birisi bendim. (Ötekisi hem tanıktı, hem de fotoğraf çekmişti. Zaten nikâha dört kişi gitmiştik.) Bu arkadaşlar on yıl sonra ayrıldılar. Bu arada kadın başka bir kadınla da ilişki kurmuştu; kocası bundan rahatsız olmamıştı. Bir ara başka bir çiftle ortak yaşıyorlar. Eşler birbirlerini özgür bırakıyorlar. Ama kadın ilişkilerinde sınır tanımayınca, koca artık bu kadarını kabul etmiyor. Sonunda ayrılmaya karar verdiler. Ama resmen boşanmadılar. Kadın bir başka öğretmenle yaşamaya başladı; ondan bir çocuğu oldu. Erkek de başka bir hanım öğretmenle yaşamaya başladı, ondan bir çocuk dünyaya geldi. İlişkileri okullarında, tüm çevrelerinde biliniyordu; asla bir soruşturma konusu olmadı. Çocukların nüfusa kayıtları da sorun olmadı. Zaten birlikte yaşamak için resmi nikâh zorunluluğu yok. Yalnız eşlerden birisi birden çok ilişki içindeyse, bu arada bir çocuk dünyaya geliyorsa, çocuğun annesinin ya da babasının kim olduğu DNA testiyle ortaya çıkıyor. Diğer bir deyişle, Madame Bovary bir öncü; biraz safça ilişkiler içine giriyor, boşuna yaşamıyor. Gerçekte Emma bir özgürlük savaşı vermiyor: O kendi küçük dünyasında, bencilce yaşıyor, ama bir roman kişisi, roman da bir başyapıt olunca etkisi çok büyük oluyor. Modern çağda insanlar artık kendi psikolojik yapısından söz etmeye başlıyorlar. Cinsellik yalnız bir din-ahlak sorunu değil, insanın temel eğilimiyle ilgili bir sorun oluyor. Çünkü dinlerin birbirine tam ters düşen tutumları var. Örneğin bir yanda Yahudilik ve Müslümanlık, öte yanda Hıristiyanlık. İlk iki din doğdukları ortama bağlı olarak cinsellik ve evlilik konusunda birbirlerine çok yakınken, ikincisi karşıt bit tutum içinde. Oysa her üçünün de tanrısı bir. Ayrıca, dinlerin birincil işlevi inanç olmakla birlikte, cinselliğin denetim altına alınmasına çok büyük bir yer veriyorlar. Peki, Madame Bovary'e günümüzde bile kötü gözle bakanlara soralım: Yüzlerce cariye sahibi olan Hz. Süleyman, evli bir kadına göz koyan ve kocasını ölüme gönderen Davut, kendi eşi Sara'yı başkasına peşkeş çeken Hz. İbrahim, kendi kızlarıyla yatan Lut Peygamber nasıl oluyor da kutsal kişi sayılıyor; birkaç sevgili edinen Emma –eğer din adamlarına kalırsa– taşlanarak öldürülmeyi hak ediyor? Sonra daha yakından bildiğimiz İslam dininin kurucuları da hem birden çok kadınla evlenme, hem de istedikleri kadar cariye sahibi olma hakkına sahipler. Eğer insanlar dinlerin getirdiği ahlaksal değerlere bağlı kalacak olsalardı, birey olma sorununu çözemezlerdi. Bireyleri bir tek ölçüye sığdırma yanlışlığı yeniçağda anlaşılmaya başlıyor. Cinsel eğilimler kişiden kişiye değişiyor. Birisi “ne yapayım, elimde değil, duramıyorum” derken, öteki “eşim bana yetiyor” veya “ayda bir kez bir araya gelmek bana yetiyor” diyebiliyor. Buna göre insanları kendi eğilimlerine göre tanımamız, kabul etmemiz gerekiyor, yoksa kendi dinsel inançlarımıza ya da kendi töresel anlayışımıza, kendi eğilimlerimize göre değil. Hoşgörünün anlamı bu; yoksa ben ne halt karıştırırsam, bu yaptıklarımın hoş görülmesi değil. Madame Bovary, Anna Karenina eğer Rönesans'ta yaşamış olsalardı, ayrıca S. Freud gibi insanın psişik oluşumunu aydınlatan bir bilgin XVII. yüzyılda yaşasaydı, günümüzde cinsel sorunlar daha iyi çözülebilirdi. “Asla adalet beklemiyorum; içeri gireceğim, bağışlanmayı hiç istemeyeceğim”Madame Bovary romanı önce 1856 yılında La Revue de Paris'de bölümler halinde yayınlanıyor: “La Revue de Paris, kabul etmek gerekir ki durup dururken kaygılanmadı. Özgürlükçüydü, bu nedenle yukarıdan pek hoş karşılanmıyordu; daha önce birçok kez 'uyarılmıştı'. Derginin yöneticileri, yetkililerin yayınlarını durduracaklarını ya da en azından kendilerini yıkacak ciddi davalar açılacağını iyi biliyorlardı. Madame Bovary'nin ilk bölümlerinden itibaren okuyucular kaygılanmış, yayıncılarına yazmışlardı. Bunları bir korku aldı.”(1)Dergi zaten batmak kaygısı içinde yayın yaşamını sürdürür; üstelik bir de ceza korkusu altındadırlar. Sonuçta yazar ve yayıncıları yargı önüne çıkmaktan kurtulamıyor. Kitapla ilgili bir makale içişleri, adalet bakanlıklarına, oradan da Paris Cumhuriyet Başsavcısı'na gönderiliyor. Kitap didik didik ediliyor. Yasalara aykırı ne varsa bulunuyor. Flaubert ve yayıncıları, adi suçlulara ceza veren bir mahkemeye çıkarılıyor: Kamu ahlakına, dine ve törelere saygısızlıkla suçlanıyor. Yazar kendi yapıtına sahip çıkar; onu yalnız düşüncesiyle değil, canıyla da savunur; yaşamını tehlikeye atar. Aslında bu kavganın geçmişi eskilere gider; yazar olmak aynı zamanda kendi vatanını savunan bir asker, bir savaşçı olmaktır. Sonunda duruşma günü gelir. Duruşma salonu iyice dolar. Maurice Dreyfous'nun Anılar'ında anlattığına göre, “Başkan Dubarle iyi niyetli olmaktan uzaktır; Flaubert'i iki yıl hapse mahkûm edecek kararı önceden almıştır.” Bu kanı düşsel olabilir. Yazarımızın avukatı, başsavcının suçlamalarını parça parça ele alır, büyük bir adın ve büyük anıların, Doktor Flaubert'in çocuklarının hiçbir şeyini ihmal etmediğini anımsatır. Romancının töreleri titizce gözlediğini, duyguları ve tutkuları aslına uygun şekilde betimlediğini gösterir. Evrensel olarak beğenilen bir insanın incelemelerini gözler önüne serer. Sonra Lamartine'in tanıklığını okur: Lamartine'in ölüm sahnesiyle ilgili saptaması bizce yerindedir. Emma ölmek istemez, yaşam dolu bir kadının bu dünyayı terk etmesi çok zordur, ama bir kez kararını vermiştir ve kendisini yaşamdan koparacak zehri içmiştir. Bu sahneyi anlatmak hiç de kolay olmasa gerek. Peki, ölmeseydi, bu kadar güvensiz bir ortamda nasıl yaşayabilirdi? Önce kendisi kocası için güvenilmez bir kadın olmuş, sonra kendisini sevdiğini sandığı insanlar çok zayıf birer yaratık çıkmış, ayrıca bir cinsel nesne yerine konduğunu anlamıştır. Flaubert, Lamartine ile görüşmeye gittiğinde 36 yaşındadır; büyük bir yazar olduğu kanıtlanmak üzeredir. Lamartine ise eski ünlü günlerini geride bırakmış, 67 yaşına varmış, bir köşeye çekilmiştir. Fransız yazarları kendi toplumlarını yalnız bırakmazlar. XVIII. yüzyıl büyük yazarlarla kaynar; tüm bu yazarlar okuyucu bulur. Rahibelerin yerini artık çağdaş, uygar ve çalışan kadınlar almaktadır. Fransız Devrimi'nden sonra okullaşma iyice yaygınlaşmıştır. * Duruşma sırasında, yazarımızın avukatı Sénard, diğer yazarlardan örnekler verir; savunduğu yazarın diğerlerine göre daha yumuşak olduğunu söyler, müvekkilinin aklanmasını ister. Bir sonraki duruşmada Flaubert, yayıncılarla birlikte aklanır. Kitap yayınlanır. Yazarın yargılanması, kitabın tanınmasına, satış şansının artmasına yardımcı olur. İlk gün satışa çıktığında beş-altı bin sayı satılır. İki ay sonra 15 bin sayı yeniden basılır. Madame Bovary, Batı dünyasının en çok okunan kitapları arasına girer. Ama hiçbir şey, Emma'nın ölürken çektiği acıları geri getiremez. Kaynaklar: ~~~ |

