[Öykü]"Mor Ekim" | Münire Özgencan"GRİ BİR BOŞLUK"Cambazhane Hazan mevsiminde bir İstanbul sokağı Eve girer girmez mis gibi sütlaç kokusu alıyorum. Ellerimi yıkadıktan sonra tadına bakmak için mutfağa girmemle annem odadan sesleniyor; “Sakın elini sütlaçlara sürme.” Bazen annemin arkasında da gözleri olduğunu düşünüyorum. Annem, yemekten sonra çaya misafirlerimiz olacağını söylüyor ve ardından her zamanki uyarısını da yapmayı unutmuyor: “Misafirlerin yanında yaramazlık yapmak, her lafa karışmak yok, anlaşıldı mı?” Misafir odasında televizyonun sesinden başka bir ses duyulmuyor. Annem, babam, ablam, ben, misafirler herkes televizyondaki ecnebi diziyi izliyoruz. Bir ara görüntü kaymaya başlıyor, ardından karıncalanıyor ve yayın kesiliyor. Herkesin hevesi kursağında kalıyor, babam, “Olur mu şimdi bu, en heyecanlı yeriydi.” diyor. Misafirleri yolculadıktan sonra annem direktifini veriyor, “Çabuk elinizi yüzünüzü yıkayıp, doğru yatağa”, “Yarın okul yok ki” diye itiraz ediyorum, ama her zamanki gibi annem galip geliyor. Yatağıma uzanıp, sokak lambasının ışığında, odanın duvarına yansıyan incir ağacının yapraklarının gölgesine bakarak uykuya dalıyorum. Ertesi gün odamda ders çalışırken açık pencereden içeri Ayten Alpman'ın “Memleketim” şarkısı doluyor. Zaten caddeler, sokaklar hep “Kıbrıs Fatih'i” Karaoğlan'ın resimleriyle dolu. Daha sonra megafondan duyduğum bir sesle sevinçten havalara uçuyorum. Az sonra kapının zili çalıyor, Ahmet telaşla odama giriyor. “Duydun mu? Cambaz gelecekmiş yine bu akşam”; “Evet, mutlaka gidelim” diyorum. Cambaz zaman zaman gelir, mahalledeki boş arsada gösteri yapar. Çocuk yaşımda yerden onca yükseklikteki bir ipin üstünde yürümek çok büyüleyici geliyor bana. Büyüyünce ne olmak istiyorsun diye soruyorlar. “Cambaz” diyorum. Gülüyorlar. Ama biliyor musunuz? Hâlâ bir yanım cambaz olmak istiyor. Akşam erkenden gidiyoruz arsaya. Elma şekerlerimizi alıp, çalışanları izliyoruz. Cambazı göremiyorum, yoksa gelmeyecek mi? Zaman ilerliyor, hava kararıyor, yavaş yavaş kalabalıklaşıyor meydan. Cambaz yok. Ağlayan çocuk sesleri, gülüşme sesleri, çıngırak sesleri, tüm sesler birbirine karışıyor. Aklım cambazda. Hasta mı acaba? Bir ara ablam yanıma gelip bir şeyler söylüyor, ne söylediğini duymuyorum başımı sallıyorum sadece. İşte, gördüm orada! Cambaz telaşlı telaşlı yanındaki kişiyle konuşuyor. O an, çok kısa bir an, belki bir saniye göz göze geliyoruz, gözlerindeki hüznü görüyorum. Üzerinde mor bir ceket ve boynunda mor bir fular var. İşte nihayet beklediğim an geliyor, cambaz ipin üzerinde yürümeye başlıyor. Herkes dikkatle cambazı izliyor. Herkesin duyduğu tek ses, sessizlik... Sanki kimse nefes bile almıyor. Kim bilir kaçıncı kez yürüyor ipin üzerinde, pamuk ipliğine bağlı hayata karşı. Bir ara dengesini kaybediyor, sendeliyor ipin üzerinde. Herkesin yüreği ağzında, yüzlerde endişe, korku. Cambaz bir an kıpırtısız duruyor. “Hadi! Bu kadar zor mu? Bırak bedenini boşluğa.” Şimdi her şey olağanca hızıyla dönüyor, kulakları uğulduyor, sesi çıkmıyor. Tek görebildiği gri bir boşluk. Gri boşluğa doğru bir adım atıyor, bir adım daha…. Gri boşluk yerini giderek karanlığa bırakıyor.
|

