[Deneme]"Tarih Felsefesi" | Can Murat Demir"TARİHİN BELİRLENMİŞ BİR FİZİĞİ YOKTUR"Tarihin ne olması ya da olmaması gerektiği üzerine o kadar değerlendirme mevcuttur ki ister felsefi ister ideolojik olsun, olgu, tam anlamıyla bir türlü kendini ifade etme şansını bulamamış ve bu sayede tarafsız bir ihtiva barındıramamıştır diyebiliriz. Belki de doğru olan da budur; "tarihin tam olarak tarifinin hiçbir zaman mümkün olamayacağı" gibi... İşte tam bu noktada tarihin hem olgusal yönünün hem de kavramsal yönünün bu yazıda nasıl ele alınacağını da kestirmek mümkün olacaktır diye düşünüyorum. Kısacası bu yazı birçok filozoftan ve düşünürden alıntı üzerine kafa yormakla beraber hiçbir ideolojik kaygı taşımaksızın sadece insanları düşünmeye, irdelemeye sevk etmeyi arzulamaktadır. Bu aşamada yazı, yaşamı, tarihi, ideolojiyi, düşünceyi, yani felsefeyi barındıran her şeyi, "tüm şeyleri" yepyeni bir prototip haline getirmede araç olarak tasarlanmıştır diyebiliriz. Tarih, her şeyin süreklilik içinde yok edilip, yerine yenisinin inşa edildiği bir savaşımın, kısacası fikir karmaşasının doğal arenasıdır. Tarih, salt olarak karşıt fikirlerin mücadelesidir, ama bazen de aynı anlayışa sahip tezlerin ileri varyasyonlarıdır. Bütün bunlar tarihi etkilemekte ve derinden sarsmaktadır. Tarih tekdüze bir süreci kaldırabilir miydi?Geçmişte üzerinde çok tartışılan hatta gelecekte de tartışılmaya devam edilecek olan konudur tarih. Şimdi gelin Nietzsche'ye kulak verip onun postmodern anlayışına bir göz atalım. Burada ona yer vermemizin nedeni ise kendisinin felsefi alanda çarpıcı ve farklı noktalarda bir anlayış geliştirmiş olmasıdır. 20. yüzyılın en başat ve enerjik düşünürlerinden biri olan Nietzsche, Tarih Üzerine adlı eserinde şunları söylemektedir: "Tarih ancak güçlü kişilikler tarafından çekilip taşınır, güçsüzler ise bütünüyle söndürürler onu."(1)Nietzsche'de dillenen ve vurgulanan üstün insan kavramı onun tarihe bakış açısını bile şekillendirmiştir, bu açıkça görülmektedir. Nietzsche'nin entelektüel birikimine bakarsak bu son derece normaldir. Çünkü çağının geleneğini farklı şekilde algılamış hatta reddetmiştir. Bu açıdan düşünürün açıklamalarını ideolojik olarak değilse de bunu bireysel -vargılar- olarak değerlendirmek daha akıllıca olur herhalde. Ayrıca onun tarih anlayışındaki bengi-dönüş kavramına da değinmekte yarar olacağını düşünüyorum. Bütün bunlar gösteriyor ki uyarılar, Nietzsche'de vücut bulurken önemli olanın, sanat-üstün insan modeliyle bizzat kurulmuş bir tarih görüntüsü olduğuna bizi götürür ki bu da onun yargılarının hiç de nesnel olmadığını gösterir. Anlatmak istediğimizi Thucydides şöyle bir savunuyla vurgulamaktadır. Thucydides bu sözüyle insan doğasının en büyük merakını yani "bilmeyi" törpülemektedir sanki: "İnsan, doğası gereği değişmediğinden geçmişin siyasal olayları gelecekte tekrarlanacaktır."(2) 18. ve 19. yy değerler dizisine baktığımızda bu dönemde, dünyanın fikri ve felsefi planda şekillendiğini görmekteyiz; bu, kuşkusuz tartışılmaz bir gerçektir. Bu dönemde, adıyla Alman Aydınlanmasının baş tacı sayılan Hegel'e kulak verelim. Kuramsal düşüncenin mimarı olarak da bilinen Hegel, Tarih Felsefesi adlı eserinde şunu söylemektedir: "Dünya tarihi, özgürlük bilincinin ilerlemesidir."(3) Bütün felsefesini metafizikle besleyen Hegel bunları söylüyor ve başka bir çıkışında da devam ediyor: "Tarih, mükemmelliğin rasyonel bir tarzı olarak gelişmektedir."(4) Bu kadar çeşitli görüşlerle dolu olan felsefi yazın, daha birçoğunu da türetmektedir. Var olmasını da buna borçludur. Tarih bu çeşitliliği sayesinde belki de tarih olarak adlandırıldı. Tarih tekdüze bir süreci kaldırabilir miydi? Ya da tarihi tarih yapan onun bu fikri zenginliği miydi? Kesinlikle tarih tekdüze bir forma bürünemezdi, çünkü diyalektik dağarcığa sahipti, sonrasında bu diyalektik kendi içselleştirdiklerinden tarihi yarattı. Tarih, doğaya karşı gelmenin meydana getirdiği şeylerin toplamıdır; tarih, doğaya karşı gelme isteğinin bir sonucudur, ürünüdür. Marx'ın siyaset kuramı, geleneksel türde -insanın ihtiyaçları veya insan doğası üzerine bir kuram, devlet, yurttaşlık kuramı, adalet, hukuk ve insan hakları kuramı gibi- bir kuram değildi. Onunki daha ziyade, içinde siyasal düşüncelerin, davranışların ve kurumların ortaya çıktığı bir yapı kuramıydı. Önsözde dediği gibi, bu, görüngüleri "koşullayan" ve onların "tepkisine cevap veren" bir yapıydı. 5 Mart 1852 tarihli bir mektupta Marx, yaptıklarını özetliyordu: "Benim yeni olarak ortaya koyduğum; 1) Sınıfların varlığının ancak üretim sürecindeki belli tarihsel evrelere bağlı olduğunu, Karşıt bir örnek: "Isaac Newton'un yerçekimi yasası formülasyonu, İngiltere'deki sınıf mücadelesinden mi doğmuştur?" Bu örnekten de anlaşılacağı gibi Marx'ın determinist tavrı kendi içinde çelişmektedir. Eğer tüm fikirler (tarih) iktisadi bir itici tarafından yaratılıyor ya da yaratıldıysa Marx'ın kendine ait düşünceleri de böyle mi oluşmuştu? Kısacası, acaba Marx'ın fikirleri gerçekle uyuşmuyor mu, ya da kendi fikirlerinin arka planının -o kendine has iktisadilikten- bir istisna olarak etkilenmediğini savunursa bu kendi ileri sürdüğü tezi yadsımaz mı? "Komünizm, tarih bilmecesinin çözülmesidir."(5) Marxizm'in tarihe bakış açısı, kahramanların, bireylerin değil, başat olarak kitlelerin (ekonomik anlamda) daha doğrusu çıkarları birbirine zıt toplulukların kavgası olarak özetlenebilir. Marx'ın görüşlerinin arka planını gerekircilik (determinizm), diyalektik, pratiğin hayati önemi, şeklinde de izah edebiliriz. Sonuç olarak;Her bir fikir tarihi yaratır, tarihse fikri yaşatır (mekânsal işlevi). Fikirler görünmezdir ve sürekli değişir, tarih de fikirleri barındırdığına göre, kesinlikle kestirilemez, öngörülemezdir. Bu sebeple tarihin belirlenmiş bir fiziği yoktur diyebiliriz.Tarihle ilgilenme olayı ve söylenenler fark edildiği üzere çok farklı şekillerde ve yöntemlerle karşımıza çıkmaktadır; tekrar yinelersek "bu son derece doğal bir şeydir". Kimisi tarihi, bir sanatçının ellerinde görmektedir, kimisi iktisadi bir koşullamayla sonlandırmıştır, kimisi de bilinemezliği üzerinde durmuştur. Fakat gerçek olan şu ki genelde tarih konusunda söylenenler ideolojik ve önyargısal ifadelerle doludur. Bu açıdan tarihin ne olması ya da olmaması hakkında bilgece ileri sürülen bu savlar kesin bir sonuç ortaya koyamamaktadır. Kesin olan bir şey varsa o da "tarihin hiçbir zaman durağanlığı kaldıramayan bir yapıya sahip olduğudur". Bu konu da Sartre'ın yorumu şudur: "Tarih düzen değildir, düzensizliktir, rasyonel bir düzensizlik… Tarih tam da düzeni sağladığı anda onu (düzeni) bozma yolundadır." Sartre, bize göre yazının nihai amacını ve tutarlılığını işaret eden bu cümleleri, "Tarihin Kendine Has Çelişkisini" ve savaşını en iyi şekilde açıklamak için söylemiş sanki. Fakat tam olarak kastettiği neydi? Tarihin hiçbir zaman bayat olarak muhafaza edilemeyeceğiydi, o her zaman tazelenmeliydi, çünkü gelişmeliydi, bunu kendine has tılsımına borçluydu. Tarih şekilsizdi, ama bu tarihi tarih yapandı, onun sabit bir toplam olmamasındandı. Araştırmaya son derece elverişli bu yapı, sonsuz bir çabanın ürünüydü. Felsefeyle ilgisi de buradan kaynaklanmaktadır. Tarih kesinlikle mekânla, düşünceyle sınırlı değildi ve onun yaratıcısı da sadece düşüncenin doğurganlığı, üretkenliğiydi. Unutulmamalıdır ki fikir anaçlığı olmaksızın ne tarih ne sosyoloji ne de felsefe olamazdı. Nietzsche'nin de vurguladığı gibi: "Tarihi objektif olarak anlamaya çalışmak yanlıştır, böyle bir düşünce kuruntudur."(7) NOTLAR:(1) Nietzsche'nin tarih anlayışında ayrıca "bengi dönüş" kavramı yer almaktadır. Bu kurama göre evren sürekli bir dönüş halindedir. Yani şu anda olan şeyler, geçmişte olanların bir benzeri olmaktan öte bir şey değildir.(2) Thucydides, burada Antik Yunan ve Roma felsefesinin anlayışını yinelemiştir. Çünkü antik felsefeye göre tarih sadece tekerrürden ibarettir. Ayrıca belirtmek gerekirse, bu geçkin düşünce yapısının Nietzsche üzerindeki etkisi de herkes tarafından bilinmektedir. (3) Hegel özgürlük çerçevesinde aslında devlet egemenliğini öngörür. Çünkü ona göre akli olan şey devlettir. Ve bahsedilen özgürlük erk aktörlüğüdür diyebiliriz. Bu yapı faşist devlet modelinin de referans noktasıdır aslında, çünkü faşist özgürlük modelinde devlet içindeki birey özgürlüğünü savunur ve bu özgürlük bilinci Tanrı kutsallığıyla benzeşmiştir. Şöyle der Hegel: "Devlet yeryüzü tanrısıdır." (4) Hegel; tarihin sonunun bilinebileceği görüşünü savunur. Çünkü o bu bilişi Tanrı'nın iradesiyle bağdaştırmış, Tanrının iradesini bilebileceğini iddia etmiş ve savunmuştur. Bu açıdan bakıldığında Hegel'in tarih felsefesi Hıristiyanlık açısından da bir küfürdür. (5) Marx; tipik materyalist tarzda düşünmüş radikal bir filozoftu, bu yüzden tarihin sonunu o da kendi sistemini kurma hayaliyle yani komünizmle sonlandırmıştır. Tarihi mekanize eden Marx'a göre tarihi sonlandıran bilimsel sosyalizm, bunu yapacak olan ise işçi sınıfıdır. (6) E. P. Thompson: Eski İngiliz sosyalisti ve eleştirel Marxist teorisyen, aynı zamanda tarihsel sosyolojide de adını duyurmuş bir akademisyen. (7) Nietzsche'de var olan reddetme eğilimi ve sorgulama isteği onun en belirgin özelliğidir. Çünkü o değerlerin ve görüşlerin hep aynı mantıkla yapıldığını öne sürer. Bu mantık ideolojik ve kişisel olmak üzere iki anahtar kavramdan oluşur. Nietzsche bunların yadsınması gerektiği üzerinde ısrarla durur. O bu tarz düşüncelerin içgüdü ve tutku orijinli olduğunu vurgular. KAYNAKÇA1. Plato'dan Rawls'a Siyasi Düşünce Tarihi, Larry Arnhart. Çeviren: A. Kemal Bayram – (Adres Yayınları)2. Nietzsche'nin Tarih Anlayışına Genel Bir Bakış, Eylem Kızıltepe – (Uludağ Üniversitesi Yayınları) 3. Siyasal Düşüncenin Temelleri "Karl Marx: Kapitalist Sınıfın Mezar Kazıcısı", Brian Redhead (Derleyen), Terrell Carver – (Alfa Yayınları) 4. Tarih Üzerine, Friedrich Nietzsche – (Say Yayınları, 2001) 5. Çağdaş Siyasal Akımlar Alâeddin Şenel – (İmaj Yayınevi, 2001) 6. Tarihsel Sosyoloji, Bloch'dan, Wallerstein'e Görüşler ve Yöntemler, Theda Skocpol (Editör) - (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Çeviren: Ahmet Fethi, 2.baskı) Sayı: 28, Yayın tarihi: 23/07/2008 |

