[Öykü]"Üç Kardeş Köpek" | Mehmet Murat Taylan
"ONUN BOYNUNA HİÇ KİMSE İP GEÇİREMEZDİ"1 - DOĞUM Sığınacak bir yer bulmalıydı. Karnındaki sancı artıyor, arttıkça da gücünü kesiyordu. Karanlık sokaklarda kuyruğunu bacaklarının arasına alıp kulaklarını aşağıya indirerek, hızlanan yağmurun biriktirdiği su gölcüklerine bata çıka ilerliyordu. Ara sıra çakan şimşek içini ürpertiyor, bir anlık aydınlıkta duvarlara vuran her gölgeden korkuyordu. Yağmur bütün bedenini ıslatmış, ağırlaştırmıştı. Siyah, uzun çenesinden akan salyalar ne kadar yorgun olduğunu belli ediyordu. Karnındaki sancı artık dayanılmaz olmuştu, ara sokağın ortasında, yağmurun altında öylece kalmıştı, artık bir adım atacak hali yoktu; zamanı gelmişti. Arka bacaklarını eğip kalçasını aşağıya doğru indirdi, sıcak sıvı içinden boşaldı, ön bacakları da titriyor, dik durmak istedikçe eğiliyordu, sağ tarafına yanlamasına bıraktı kendini. Müthiş şiddetle titriyor, kasılıyordu; içindekileri bir an önce itip çıkartmak istiyordu, son bir çabayla kaslarını sıktı, arka tarafından bir şeyin beton zemine kayıp düştüğünü anladı, yağmur arkasından akan kanı ve sıcak sıvıyı alıp götürüyordu. Rahatlayacağını umarken, tekrar kasıldı, bunun son olmasını diliyordu, ama son olmadı, bedeni üçüncü kez aynı işlemi yineledi, ardından titremeler kesildi. Artık kasmıyordu kendini, kafasını ıslak zemine koyup bu müthiş acının ve yorgunluğun ardından uyumak istedi, ama arka bacaklarına bir şeylerin değdiğini anladı, kafasını kaldırıp arka tarafına baktı, üç siyah yün yumağına benzeyen, ıslak, toparlak yaratık, garip sesler çıkararak karnına ulaşmaya çalışıyorlardı. Sonunda anlamıştı, o da öbür dişi köpekler gibi anne olmuştu; üç siyah, toparlak, ıslak yaratığın annesi. 2 - YAŞAM İlk doğan öbürlerinden daha iriydi, dövüşmeyi seviyor, saldırganlığıyla başka sokaklardaki köpeklere bile korku veriyordu. Annesi, onun babasına benzediğini düşünüyordu. Bazen en ufak bir seste kulaklarını kaldırıp kuyruğunu havaya gergince dikerek, gözlerini hafif kısıp havayı koklarkenki haline bakıyor, babasının onu etkilerken takındığı kasvetli görünüm gözlerinin önüne geliyordu. İçinden, inşallah sonun baban gibi olmaz, diyordu; çünkü babası büyük bir kavgada dört azgın köpek tarafından öldürülmüştü, yardımınaysa o güne kadar koruduğu, kolladığı hiçbir arkadaşı koşmamıştı. Belli ki ölmesi arkadaşlarının işine gelmişti. Onun ölümünden sonra daha çok yemek paylarına düşmüştü. İlk doğan, kardeşlerinin üzerinde de baskı kurmuştu. Müthiş bir koruma içgüdüsüyle onları koruyor, kolluyordu. Bir defasında kız kardeşinin peşine üç tane yabancı erkek köpek takılıp sokağa kadar gelmişti de, o nereden geldiğini bile hissettirmeden üstlerine atlamış, ortanca kardeş yetişinceye kadar epey hırpalamıştı yabancıları. Bu hırçınlığı ve vahşiliği nedense insanlara karşı gösteremiyordu, genelde onlardan uzak duruyor, bir şekilde yaklaşması gerekiyorsa da, kuyruğunu bacaklarının arasına koyup boynunu aşağıya eğerek, en masum ve tedirgin haliyle sokulup uzatılan yiyeceğin havaya ya da yere atılmasını bekliyordu. Bazen oyuna gelip fazla yaklaştığında ya karnına müthiş bir tekme yiyor ya da başı hafifçe okşanıyordu. İnsanların bu değişken tavırlarına bir anlam veremediği için de onlara pek yaklaşmak istemiyordu. İnsanların karşısındaki bu savunmasız hali köpekler tarafından pek bilinmediğinden sokağında ve çevresinde ününü koruyor, korkutuyordu. Ortanca kardeş abisinden yalnızca birkaç saniye sonra doğmasına rağmen sanki çok büyüğüymüş gibi ona saygı duyuyor, ne söylerse hemen yapıyordu. Abisine göre daha sakin bir yapısı vardı, aslına bakılırsa daha akıllıydı. Hissettirmeden sorunları çözüyor, ailenin dağılmaması için elinden geleni yapıyordu. Soğuğun çok şiddetli geçtiği geçen kış bütün sokak köpekleri açlıktan kırılıp donarken, o nasıl yapıyorsa bir yerlerden yiyecek bulup getiriyor, ısınmaları için insanların attığı kalın bez parçalarını dişleriyle sürükleyerek sığınacak yerler yapıyordu. Hatta o sıralar küçük kız kardeş hastalıktan ölmediyse bunu ona borçluydular. Donmak üzere olan kız kardeşinin üstünü kalın bez parçalarıyla örtmüş, öldürdüğü bir kedinin sıcak kanını da ağzından içeri dökmüştü, sıcak kan kız kardeşinin boğazından geçtiğinde içini ısıtmış, birkaç gün sonra da ayağa kalkmıştı. Annesi küçük oğlunun bu akıllı davranışlarından gurur duyuyordu. Onca yıllık deneyimine rağmen kendi aklına gelmeyen şeylerin oğlunun aklına gelmesi onu şaşırtıyordu. İşte yine salına salına sokağın ortasında, denizin dalgalarını andıran kahverengi sırt çizgilerini dalgalandırarak, sağa sola yalpalayarak oyunlar oynuyordu. Genelde sokaktan pek ayrılmıyordu. Abisi öbür sokaklardaki köpeklerle dolaşırken o başka sokakların pek farklı olmadığını biliyordu. İnsanların sahiplendiği bu topraklarda kendilerinin yalnızca bir görüntü olduğunu düşünüyordu. Çok uzaklarda, yeşilliğin, upuzun ağaçların olduğunu duymuştu, alabildiğine koşabileceği kırlar, çiçekler ve kendi içgüdüleriyle avlanıp yakalayacağı yiyecekler, soğuktan korunmak için ağaç kavukları, kaya dipleri, mağaralar. Bunları birçok yer gezmiş, yaşlı köpekten öğrenmişti. O da yaşlı köpek gibi gezginci olmak istiyordu, gerçekten yaşamak istediği yerlerde yaşamak ve oralarda yaşlanıp ölmek. Şimdiki yalancı özgürlüklerinin yerine gerçek, dayatmasız, artıklarla beslenmeyen, kendilerine acınıp da verilen ekmek parçalarının olmadığı, gökyüzünü her an üstünde hissedeceği o yerlerde yaşamalıydı. Ama ailesini bırakamazdı. Onların ona ihtiyaç duyduğunu biliyordu, içinden geçen fırtınaları her seferinde bastırıyordu. Çoğu kez, ana caddelerde boyunlarına tasmalar takılıp insanların gitmesini istediği yerlere giden köpeklere rastlıyordu, iğreniyordu bu görüntüden. Onun boynuna hiç kimse ip geçiremezdi, hiçbir insan ona nereye gideceğini söyleyemezdi, onlardan korkmuyordu. Köpeklere gösterdiği alçakgönüllülüğü insanlara hiç gösteremiyordu. Onları korkutmak hoşuna gidiyordu, özellikle de iple köpek dolaştıran insanları. Onları ara sokaklara kadar izliyor, fırsatını bulunca da karşılarına dikilip tutsak aldıkları köpeklerin üzerine saldırıyordu. Kavga etmeyi pek beceremeyen bu köpekler sahiplerinin arkasına saklandığından da karambole getirip sahiplerinin bacağını ısırıyor, canını acıttığından ve korkuttuğundan emin olduktan sonra hızla kendi sokağına koşuyordu. Tutsak köpeklere de “Hadi ipini koparıp sen de gel, özgürlüğü istemiyor musun?” diye haykırıyordu. Ama tutsak köpekler genelde yere düşen insanların yanına gidip o iğrenç yüzlerini yalayarak, affetmelerini, o köpeğin bütün köpekleri temsil etmediğini, her zaman köleleri olarak kalacaklarını söylüyorlardı. Tabii insanlar bunların hiçbirini anlamıyordu. Kendisinin bile özgür olmadığını düşünürken ve buna katlanamazken, nasıl olup da tutsak köpeklerin bu tutsaklığa, yapmacık sevgiye, hakarete, bunca kısıtlamaya katlandıklarını anlayamıyordu. Acaba o köpeklerin içinden de dağlarda, ormanlarda özgürce koşup avlanmak düşünceleri geçmiyor muydu, yoksa bunca zamanlık tutsaklıktan sonra bu tip hayalleri unutmuşlar mıydı? Bir gün fırsatını bulursa bu soruları onlara soracak ve içlerinde en ufak bir kıpırtı varsa hep birlikte o hayal ettiği diyarlara gitmeyi önerecekti onlara. Bütün ipleri koparıp, bütün zincirleri kırarak... Küçük kız kardeş arkasındaki genç köpeğin ne zamandır peşinde olduğunu bilmiyordu. Ama oldukça çekici olduğunu düşünüyordu. Şimdiye kadar birçok erkek köpek peşine takılmıştı, ama o hiçbirine yüz vermemişti, zaten bu tip cilvelere ayıracak vakti yoktu. Abileriyle ve annesiyle aç kalmamanın savaşımını veriyordu. Dişi olmasına rağmen abilerinden hiç aşağı kalmıyordu, belki fiziki olarak onlardan biraz zayıf ve kısaydı, ama sokaklarını korumak için girilen bütün kavgalara katılmıştı, hatta omzunun üstündeki beyaz tüylerin bitimindeki yarık, altı-yedi kadar köpeğe karşı kardeşleri ve annesiyle girdiği bir kavgadan kalmıştı. Annesi günlerce o yarayı yalamış, böylece kan kaybetmeden iyileşmesini sağlamıştı, yalnızca izi kalmıştı, bu da onu hiç rahatsız etmiyordu. Ama bu çekici erkek köpeğin, peşine takıldığını anladığından beri nedense o yaradan utanmaya başlamıştı, yarasını göremeyeceği taraftan yürümeyi tercih ediyordu, daha önce hiçbir erkekten bu kadar utanıp çekinmemişti. Arkasındaki köpeğin ne yapacağını anlamak için durmaya karar verdi. Başını hiç arkaya çevirmiyordu, ama kokudan anladığı kadarıyla çok yakınında olmalıydı, evet evet hemen arkasındaydı, burnuyla kalçasını kokluyordu, bir ara kafasını çevirip kendisini koklayan erkeğe baktı. Erkeğin boynunda tutsak köpeklerin taktığı o garip halkadan vardı. Demek bu kadar temiz olmasının sebebi insanların ona bakmasıydı. Hayal kırıklığına uğradı, oysa o hep küçük abisi gibi özgürlüğüne düşkün, insanlardan nefret eden ve asla onların kölesi olmayan birisiyle birlikte olmak isterdi. Evet bu köpek çok çekiciydi, ama sırf çekici olmak bazen yetmiyordu. Tekrar yürümeye başladı, takip edeceğini anlayınca dönüp sinirli bir şekilde gitmesini söyledi, ama köpek gitmedi, yalnızca kuyruğunu hızla sallayıp bedeninin bütün güzelliğiyle daha bir diklendi, bu haliyle pek de reddedilecek bir köpek olmadığını göstermek istiyordu. Kız etkilenmişti, ama bunu belli etmemeye çalışıyordu. Önüne dönüp kendi sokağına doğru hızla koşmaya başladı, erkek hemen ardından ileri atıldı. Bir süre öylece koştular. Sonunda sokağa gelmişlerdi. Kızın hemen ardından erkek de sokağa daldı. Başına neler geleceğini bilmiyordu, yalnızca dişinin çekiciliğine kapılmış, buralara kadar gelmişti. Sahibinden ilk kez bu kadar uzaklaşıyordu. Kız önünde birdenbire durdu. Biraz ileride üç köpek daha vardı. İçlerinden en iri olanı onlara doğru koşmaya başlamıştı. Kız dönüp gitmesini söyledi, yoksa abisinin onu parçalayacağını, inat ederse öldüreceğini anlattı. Ama tutsak köpek hiçbir yere gitmedi, diklenip kuyruğunu yukarı kaldırarak kendisine doğru koşan köpeği karşılamaya hazırlandı. Siyah iri köpek hiç duraksamadan üstüne atladı. Tutsak köpek pek de öyle kolay lokma değildi, hemen karşılık verdi saldırıya. Sokak köpek bağırışlarıyla doldu. Kahverengi çizgileri olan köpek de boğuşmanın olduğu yere yetişmişti, gerçi abisinin tutsak köpeğin üstesinden geleceğini biliyordu, ama yine de işi şansa bırakamazdı. Bu sokakta yapılan hiçbir kavgada abisini yalnız bırakmamıştı, o da girdi boğuşmanın içine. Kavga fazla uzamadan tutsak köpek geri geri çekilmeye başladı. Kardeşler de onu bırakmıştı. Yalnızca sinirli sinirli hırlıyorlardı, aralarındaki mesafeyi koruyup bir süre bakıştılar. Esir köpek sokakta yetişmiş bu iki köpeğin neden bu kadar sinirlendiğini anlayamamıştı. Sonra o iki köpeğin yanına buraya gelmesine neden olan dişi köpek de gelmişti, ardından yaşlı bir başka dişi daha. Artık karşısında dört tane sinirli sokak köpeği vardı. Son bir kez genç dişi köpeğin gözlerine baktı, ardından da arkasını dönüp hızla uzaklaştı. Oysa oradaki o dört köpek niye sinirlendiklerini çok iyi biliyorlardı, çünkü tutsak köpek onların sokaklarına girmiş, git denildiği halde gitmemişti. Sokağın yasalarına göre yiyeceklerini ve sığınaklarını kaptırmamak için o köpeği dövmeleri şarttı, bunu dördü de çok iyi biliyordu. O dört köpek yaşamın içerisinde birer gölge gibi dolaşıp hayatın kendilerine ayrılan zaman dilimlerinde, düşe kalka, ama sonuna kadar cesaretle ilerliyorlardı. Kendi sokaklarının efendisi, ana caddelerdeyse yalnızca görüntü oldular. Onlar yaşadığımız dünyada üzerine düşen oyun neyse onu oynadılar. 3 - ÖLÜM 4 - ÖZGÜRLÜK Orada durup insanları seyretmekten bıktı, önünden akıp geçen insan kalabalığının içine doğru yürüdü. Sırtındaki kahverengi çizgiler dalgalanıyordu, ana caddeyi boydan boya geçti, adımlarını hızlandırıp bu kalabalıklardan kurtulmak istedi. Koşuyordu, kulakları, kuyruğu, tüyleri koşmanın ritmiyle sallanıyor, kendisini bir rüzgârın alıp uçurduğunu düşünüyordu. Özgürce yaşayacağı, bir sürü ağacın, çiçeğin, insanlara hiç yaklaşmamış başka hayvanların yanına, olabildiğince hızlı koşup o sonsuz gökyüzüyle dağların buluştuğu ufka ulaşmak istiyordu. Oraya ulaşıncaya kadar hiç durmayacaktı, kaslarının bütün kuvvetiyle koştu, ulaşmak istediği yer daha önce hiç görmediği yerdi.
|

